26 Aralık 2021 Pazar

Sığınak


Gel.
Gel (kollarımı açtım gelmesine, sarılmasına, sığınmasına).
Gel, seni korurum, demek.
Gel, seni kabul ederim.
Gel, burada durabilirsin olduğun gibi, demek.
Gel: acını duyarım, sevincini anlarım, sıcaklığımı paylaşırım, seni ısıtabildiğim kadar ısıtırım, tuttuğun uzun nefesleri verirken ve zorlanırken
ve ağırken
ve sızlarken
ve yok olurken
ve kaybolur gibi hissederken yanında dururum, demek. 

Gel: bir oda, bir sıcak çorba, bir bardak demlenmiş ıhlamur, gülümseyen gözler.
Gel: bir durak, bir sığınak, bir ev, bir yorgan altına kendini gömebileceğin yer.
Ve boynunda filizlenmek, gelmek. 

Ben de öğreniyorum işte hayatı: yapmayı, etmeyi, yapmamayı, etmemeyi. Oluyorum olabildiğimce. Ben olduğumca olabilirken boynumda filizlenebilirsin. Bu da olur, olabildiğince. 

Benim gözlerim iyi bakar, güzel görür. Gözlerimle görür, sonra düşünür, oluşlara bırakırım. İstersen bunu, senin için de yaparım, ikimiz için de. 

İkimiz ki, bir bakıyorum benden çok başkası, bir bakıyorum köklerimden-varlığımdam bağlı. İşte oluveriyoruz birimiz, yok öyle ayrı gayrı. 

Sen kapat gözlerini, sakin ve istediğin gibi nefesler al. Bi soluklan.

Sen, diğer
Sen, öbür yanım.
Böyle böyle olacağız, tüm oluşlarımızda bir yol bulacağız. 



29 Kasım 2021 Pazartesi

Bir Yanım Naif Bir Yanım Yara



Köşeyi dönüp gidesim var. Köşedeyim. Dönüp gitmek istiyorum. Ama  arkamı dönüp o adamlara bağır bağır bağırmak istiyor bir yanım. 

Siz bizim naif ve şefkat yerlerimizi incittiniz. Hiçbir kedinin bir bıyığı değerinde olamayacak siz 'Karılara başladım' deyip kadın yerlerimizi incittiniz, demek ağızlarına okkalı bir tokat vurmak isterim. Bir sütyen ipinde sizi asmak isterim. O güzelim çocukların ruhlarını ve bedenlerini inciten sizin yüreğinizi kıyım kıyım kıymak isterim. Ama yapamam. Bu yüzden köşeyi dönüp naiften yana gitmek isterim. 

Ben sizinle, sizin hayatla baş ettiğiniz gibi baş edemem. Siz kötüsünüz. İyi olmayı, kendinize sormayı hiç denememişsiniz. Sizin hiç denemediğiniz o şeylerin ben hayalini kurup umudumu dik tutmak isterim. Bu yüzden köşeyi dönmem lazım. Benim gibi renkleri taşıyanların yanında yer almam lazım. Gökkuşağını unutmamam lazım. Sizin karanlık, kötü, yaralayıcı çukurunuzu bilip onunla renklerimle dans etmem lazım. Ben sizinle, sizin dediğiniz ve sizin istediğiniz gibi 'dövüşemem.' Ben dövüşmek istemem. 

Kalbim ağır, ayaklarım dermansız, omuzlarım çökük kendim için o köşeyi döndüm. 

Meryem, bu sayfayı okuduktan sonra Berna'nın günlüğünü göğsüne bastırdı. Sıkı sıkı. Dizlerini karnına çekti, gözlerini kapadı, kafası dizlerinin üstüne düşüverdi. Durdu, durdu, durdu. Berna'nın günlüğündeki sözcükler, cümleler, duygular, tüm yazdıkları parçası oluvermişti. Bildiği yerlerdi kendinde. Bulduğu yerlerdi kendinde. Acılandığı, düştüğü, kalktığı yerlerdi kendinde. Bir tek zaman başkaydı, bir tek zaman. Gerisi hep aynı.

Günlüğü yanına aldı, evden çıktı. 

'Bu köşeden döneceğim.' Döndü.

'Bu köşeden döneceğim.' Döndü.

'Bu köşeden döneceğim.' Döndü.

Kendi sokağındaki tüm köşeleri döndü. Umurunda olan bir tek şuydu: bu köşeleri dönersem içimdeki köşeleri de dönebilir miyim? 


8 Kasım 2021 Pazartesi

bir kapı açılıyor: ferah


gökyüzü, yeryüzü ve senin yüzün.
senlerin o muhteşem yüzü.
hepsini sevdin ayrı ayrı. 
hepsini kendi detaylarıyla.
ve hepsini bir bütün olarak, bağlı.

kalbim,
sanki hep yapabilir gibisin.
aklım,
sanki hep alabilir gibisin.
bugün de  böylesin tüm güzellikler yanında...

baktığımda, gördüğümde ve hissettiğimde, hissettiğimi kendime dahil edebildiğimde bir şiirin satırları gibi akıyor yaşanan. her ne idiyse.
ve yaşanacak olana yer açılıyor içimde.
gökyüzünün altında yeryüzünün üstünde, kalbimde bir kapı açılıyor: ferah.

bir yumak gibi hayatımızda dolanıyoruz.
kendimize, kendimize dahil edebildiğimiz onlara.

olmuşlar (yarım, eğreti, tamamlanmamış, öylece bırakılmış tüm olanlar) bütünü hayatımız,
olacakların olasılığı bugünün ardı,
kalbim, ferahı unutma. 





7 Kasım 2021 Pazar

Bütün Günahlarım Affolmuş Gibi



Gözümü açtığımda köşedeki örümcek ağını, ağın üzerinde belirli bir hat boyunca ilerleyen örümceği gördüm. Gece hiç fark etmemiştim varlığını. Güneş iyice vurmuştu odaya, saat öğlen olmalıydı. Yastığımın yanında telefonu aradım bulamadım. Gece varınca hemen anneannemin işlemeli yorganlarının içine atmıştım kendimi. Telefon kim bilir neredeydi. Önemli de değildi. Gözlerim ağa kondu. 

Ağ. Örmek. Emek. Çaba. Yaşam. İnsan. İlişkiler. Bağ. Duygular. Düşünceler.  Ağ.  Ağ...

Salondan gelen belli belirsiz televizyon sesi bu uyanma oyununu dağıttı. Odanın kapısını açtım. Anneannem gülümsemesi ve sıcacık sesi ile karşıladı. Bütün salona yayılmış çeşitli kumaş parçaları, iğne, iplik, makas arasından anneannem anlatmaya devam ediyordu. Olduğum yerden dinliyordum. Kendimi ne çok özlettiğimi iki cümlede bir yeniliyordu. Dinlenip dinlenemediğimi sordu. 'Bütün günahlarım affolmuş gibi anneanne.' desem en iyi o zaman anlardı. Dinine bağlı anneannem dalga geçtiğimi düşünür de üzülür diye 'Çok iyi dinlendim.' demekle yetindim. 

Hafızamız bunca sızı ile dolarken bedenlerimizi deliksiz ve günahsız uykulara bırakabiliyorsak çok şükür be anneanne, demek istedim. Kafesin içinde gibi yüreğime şefkati, kuşların sesini, senin dualarını ve derenin usul usul akışını hatırlatmak için geldim, demek istedim. Vazgeçtim, üzülmesin.

Sehpanın üstünde duran sürahiden bir bardak su doldurdum, anneannemin dikiş manzarasının kenarındaki koltuğa çöktüm. Hem anlatıyordu hem soruyordu hem kumaşları birbiri üstüne koyup son kontrolleri yapıyordu. Teyzem haftaya gelirmiş, haftaya da buradaysam onları da görürmüşüm, ne çok sevinirmiş. İşim nasıl gidiyormuş; arkadaşlarım, dostlarım iyiler miymiş; sağlığım yerinde miymiş ya? Gömleğin arkası ile önündeki çizgili kısımlar tam denk geleymiş, daha iyi görünürmüş. Gömleği de teyzeme dikiyormuş. 

İncecik beyaz bir sabun parçasına takıldı gözüm. Kumaşları çizmek için ama sonradan izi kalmasın diye sabunla çizerdi hep, hatırladım. Kesin dikişten önce atılan teyel, parçaları birbirine ilintilerdi. Bu seyrek dikiş sonucun belirleyicisiydi. Parçaları anlamlı bütünlük içine sokan dikişin güven adımıydı. 

Mutfaktan gelen taze çay kokusuna çekildim. Bir bardak kendime bir bardak anneanneme doldurdum. Ocağın yanındaki mutfağın camından balkon demirlerini gördüm. Örümcek ağı demek haksızlık olurdu, adeta dantel işlemişler. Bardakları alıp salona geri döndüm. 

- Anneanne, odanın köşesinde ve balkon demirlerinde örümcek ağları var. İstersen ben...

- Aa, yok yavrum. Kıyamam.

Çaylarımızdan birer yudum aldık. Kıyamadığımız bir şeylerin varlığını ve hayatımızda hüküm sürmesini, kıyamamanın şefkatini ne çok özlediğimi anladım. Anneannemin evreni kıyıldığımız ve kıydığımız bir yer değildi. 'Çay çok güzel olmuş.', dedim. Çay utancımı sindirmeye yetmedi. 





5 Kasım 2021 Cuma

Çürük



Sevgili günlük,

Bugün okul yoktu. Babamla kırlara gittik. Ben yol kenarında taşlarla ve çamurla oynadım. Karnım acıktı, annemin hazırladığı sepetten salçalı ekmeği çıkardım, babama yakın bir yere oturdum. 

Ben ekmeğimi yerken babam sigara içti, ağacın etrafını yürüyerek döndü. Ben de ekmeğimle babamı takip ettim, babamın arkasından ben de döndüm. Eğlenceli değildi, sonra kafamı yukarı kaldırınca ve hızlı hızlı yürüyünce eğlenceli oldu. Ekmeğim elimden düştü, hemen babama baktım. Bana kızacak sandım, fark etmedi. Ekmeğimin üstündeki toprağı temizleyip yedim. 

- Çürük burada, dedi babam.

Bir tane daha sigara yaktı, gösterdiği yeri oymaya başladı. Ağacın canı yanıyor mu acaba diye düşündüm.  Dedem, insanlar ağaçlara benzer demişti. Benim içim çürür mü? Allah'ım benim içim çürümesin. Ben her gece dua ederim ama günlüğüme hepsini  yazmam. O benim ve Allah'ın arasında. Çocukların duaları kabul olurmuş, dedem öyle diyor. Benim içim çürürse babam temizlesin. O iyi biliyor. Amin. 

Kusura bakma sevgili günlük ama günlük yazma işinden de biraz sıkıldım. Her şeyi bir daha düşünüyorum. Neyse ki günlük yazma ödevimiz bu hafta bitecek.



4 Kasım 2021 Perşembe

Anne

Buz gibi suyu bir dikişte içti. Kaç kere dedim. Feza, şunu sakin sakin iç. Bıraktı bardağı masanın üstüne. ÇAT. Kalın bir camdan yapılmış olmasaydı, kırılacaktı. Hiçbir şey demedim. Odanın bir ucundan diğer ucuna yürüyüp durdu. Ellerini boynuna götürüyor, saçlarının arasından geçiriyor, saçlarını bir dağıtıp bir topluyordu. Eve bir hışımla çıktığından belli...

Camı açtı, ses içeri doldu. Eskici, eskici, eskiciiiii... Eskici bağırdı Feza'ya. Var mı eski şeyler abla, alayım? Eliyle bir işaret yaptı. Yok. Uzayıp giden sokağımda eskicinin sesi uzayarak uzaklaştı. Yoklaşan ses evin içindeki sessizliği büyüttü. 

- Feza, dedim. 

Abla, dün sabah erkenden uyandım, benim evin oradaki parkta yürüdüm, çocukları gördüm, yeni doğmuş kedileri gördüm. Güneşin altında birbirine sokulmuşlar. Güneş kedileri ısıtmıştı, kediler içimi. Yürüdüm de yürüdüm. İşe vardım, kazasız belasız bir iş gününü bitirdim. Akşam bir yorgunluk çöktü erkence. Birkaç satır şiir okudum. Baktım dayanamıyorum, uykuya teslim oldum, kendimi akşamın azalan sesine ve serinliğine bıraktım.

Sabaha karşı uyandım. Bir çölün ortasındaydım, kum, kum, kum... Uzaktan biri seslendi. Feza, dedi. Canım Feza. Annemin sesiydi. Ona doğru gitmek istedim. Yürüdüm, yürüdüm aynı yerdeyim. Yürüdüm, yürüdüm, hızlandım, koştum varamadım. Bir rüya boyu koştum. Yol bitmedi. Anneme varamadım. Annem bana gelmedi, abla... Rüzgar esti, kumlar boyumca yükseldi, gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtığımda annem yoktu. Sabah parkta gördüğüm kediler ayaklarıma dolanıyorlardı. Anneleri gözlerimin içine baktı, arkasını döndü, annemi gördüğüm yere doğru gitti. Biz kalakaldık. Birbirimize sokulduk çölün ortasında. 

Sabahtan beri bu rüyayı aşamıyorum abla. Parka gitmek için havanın aydınlanmasını bekledim, parka gittim, kedilere baktım. Onları görünce gökyüzünün aydınlığı içime yayıldı. Parktan geliyorum işte.

-Abla...

-Feza, sana ıhlamur demliyim ben bi. Sen uzan, battaniyeyi de al üstüne kızım. 

Döndüğümde uyumuştu. Hiç bilmiyordu bile annesini. Bildiği tek şey annesinin boşluğuydu. Onu tanıdığımdan beri bütün arayışları anne. 




21 Ekim 2021 Perşembe

kahraman

insan bazen
kendi hikayesinin bile baş kahramanı olamıyor. ne tuhaf. ne acı.

acısı ne bugün ne dün ne de yarın.
bu dünya düzeni içine doğmuş olmak.
ve düzenin, alışılagelmiş parçaları.
her bir yapısı
acısı.

insan, kendi hikayesinin baş kahramanı olmak ister. ama sabır, ama zor.

sabır, örgü gibi. birbiri içine iliştirmek, birleştirmek zamanla
var etmek.
ilmek ilmek.

zor, bu dünyaya bir biçimde, çok biçimde direnmek.
bu acının yarasını kendi hikayesinin kahramanı olmak isteyenler taşıyor.
iyi olan yanı değişmesinin mümkünlüğüne inancı.

15 Ekim 2021 Cuma

Bana Duaları Fısılda


Sabah ezanını duydu, uyandı, imamın sesini takiben köpekler ulumaya başladı, köpeklerin sesi yankılandı. Sabah ezanı sesinin tüylerini diken diken etmesi yetmezmiş gibi köpeklerin ulumaları odanın içine dolmuştu.  Hava hala çok karanlıktı,  sokağın köşesindeki sarı sokak lambasının ışığı, yatağının yaslandığı duvara yansıyordu. Duvardaki gölgeler lambanın hemen yanındaki adını bilmediği cılız ağacın dalları olmalıydı. Yorganı kafasına çekti, sobadaki ateşin ışığını görebilecek bir aralık bırakmıştı. Yaşamı yok edercesine imamın kulaklara dolan sesinin aralarında duyabildiği yanan odunlar yaşamın var olduğunu çıtırdıyordu.

Karşısındaki yatakta yatan babaannesinin horultusu, yanan odunların çıtırtılarıyla birleşti. İmam megafonu kapadı. İşte şimdi bildiği bir yerdeydi, oh. 

-Babaanne!
Bu fısıltı babaanneyi uyandırmazdı. Uyandırmak istediğinden emin olduğu tonda yeniden
-Babaanne, babaanne!

-He yavrum, dedi, horultusu sözcüklere dönüşerek. Neden uyandın. Korktuysan gel yanıma. 

İki adımda babaannesinin arkasına yerleşmiş, yorganı boğazına çekmişti. Babaannenin sıcaklığı onun sıcaklığıyla birleşti. Bir dağa benziyordu babaannesinin bedeni onun bedeninin yanında. 

-Ben şimdi dua okurum, dualar seni korur yavrum. Korkma, korkulur mu hiç! Hadi, yum gözlerini. 

Babaannesinin dua fısıltısını duymaya başlayınca gözlerini kapadı. Dualarla, bir dağın yamacında kendini rüyalara bıraktı.

15 Eylül 2021 Çarşamba

Arkadaşım Göl


Şıp şıp şıp.
Şıp şıp şıp.

Merhaba gölümüz. Ben geldim. Hoş buldum. 

Duru ve sakinsin, ne güzelsin. Sen hep güzelsin göl. Hep çok güzelsin. Ben, senin birazcığın kadar güzel olabilsem ne ala. Duruluğu ve sakinliği diyorum. Onu saklı tutabilsem. Bazen rüzgarlarımı dindiremiyorum, dalgalarım durmuyor. Sakin olamıyorum, duru kalamıyorum. Ama bak, öğreniyorum. Valla bak. Bazen hiç istemiyorum aslında öğrenmeyi zor geliyor...

Ah, canım göl, duru göl. 

Neler öğrendim biliyor musun? 
Büyük halam, göle soru sorarsan mutlaka cevabını da vermen gerekir, demişti. Seni sorularla bırakmam, hiç merak etme. Yük olurmuş sana, olmasın. Ben hiç yük olmak istemem ki sana. 

Vazgeçmeyi öğrendim ben.  'Ben de senden vazgeçiyorum o zaman.' dedim. 
Önce diyemedim tabi. 

Elini tutamayacaktım, elini tutmamayı seçmiş olacaktım. Öyle güzel ve heyecanla, renkle gülümsediğini göremeyecektim, o anları görmemeyi tercih etmiş olacaktım. Hayalleri için çabasında yanında olamayacaktım, hayallerinde ona destek olmamayı seçmiş olacaktım, yıllardır aramızda kurduğumuz şeyler artık yaşamayacaktı, onları canlı tutmamayı seçmiş olacaktım. Bir köprü yapıyorduk da hep, artık o köprüyü yıkacaktık. Herkes kendi tarafından kalacaktı. Duygular aradaki boşluğa bırakılacaktı. Önce öfke yuvarlanırdı aşağıya hızla, sonra hayal kırıklığı peşinden giderdi, umut hiç var olmazdı da üzüntü bir görünür bir kaybolurdu. Boşlukta aşağıya doğru en ağır süzülen özlem mi olurdu alışkanlıkların yerini alan yokluk mu? Mutluluk göz kırpardı üzüntünün yanında ve şöyle derdi:  'Böylesinin daha iyi olacağına inandığın için yaptın.' Yamacında bir ferahlık belirirdi o an. Sonra, oh...
Hepsi bir boşlukta işte.

Hiçbir yer buradan güzel değil ya, yine güzel bir yerde oturmuştum. Ağaçları, ağaçların dallarının rüzgarda salınmasını, yapraklarını izliyordum. Yere uzandım, otlar ve zeminin çukuru sırtımda bir resim yaptı. Memnundum. Uzattım kollarımı yanaklarımdan doğru. Yeryüzü, gökyüzü, ağaçlar, kuşlar ve ben. 

Söylenecek sözler vardı, aklımdan geçenler ama kelimeleri yan yana dizemiyordum. Dizemiyordum işte dizemiyordum. Halime gözyaşlarım karıştı, tane tane, sıra sıra, ılık ılık, sakin sakin. 'Ben vazgeçmek istiyorum ama neden böyle vazgeçemiyorum.' dedim. Sonra sesim büyüdü. Ben küçüldüm. Şu kadarcık kaldım. 

Yerdeydim ve düşemezdim. 
Vazgeçmek yankılanırken içimde, vazgeçmemiş sayılamazdım. 

'Böyle yapmak istemiyorum, bu değil. Ben de senden vazgeçiyorum.' dedim. Bir kez daha dedim, bir kez daha. Hızlı hızlı, yavaş yavaş, tüm kelimeler anlamını kaybedene kadar tekrarladım. 

Canım göl, sonra senin kadar duruldu içim. İşte böyle bir yoldan geldi kalbim. 



 

12 Eylül 2021 Pazar

Hafif ne, hafiflik ne, unutulmayan ne?


Hafif hissetmek için bunca şey... Ve sonra bir anın unutulabilir hafiflikte olması büyük bir ağırlık olarak çökebilir.

Birhan Keskin,

unutmak için verdiğim bunca çabadan
geçtiğim bunca yıldan sonra
tam unutmaya alıştırmışken kendimi 
artık unutmak istemediğimi fark ettim 
- artık unutmak istemiyorum! 

diyor. 

Büyükanneannem, 90larında. Yıllar yıllar öncesine dair anılarını hep ve aynı tazelikte hatırlıyor. 

Paraşütle atlasam unutmam, kaykaydan düşsem, kolum kırılsa unutmam, diş ağrımı unutmam.
Tertemiz ve sere serpe uykuyu da unutmam. Hafif ne, hafiflik ne, unutulmayan ne? 

Yaşarken devleşen, altından kalkamayacak gibi olduğumuz ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dediklerimiz, gözümüzden yaşlar gelene ve karnımız, çenemiz ağrıyana kadar güldüklerimiz nasıl da yoklar şimdi. 

Rebecca, öyle büyük büyük şeyleri değil, detayları unutmaktan korktuğunu söylüyor. 

Yapılan uzuuuuun, deriiiiin, yoğuuuun konuşmaları hatırlıyorum da... Birkaç cümle, bir nefes veriş, gözlerin bakışı kalmış geriye. Detayları.
Unutamıyorum. Ya da hatırladığım demeliyim. Sadece bazıları işte.
Evet, yine burada ve merhaba.

Düşüncelerimiz, anılar, bazen araç lastiği çöplüğü gibi görünüyor gözüme.


28 Ağustos 2021 Cumartesi

Bekleme



Sevgili Çitlembik,

Yıllardır onca insan geldi, gitti, gelenleri bekledi, gidenleri bekledi. Geleceklerin gelmediği, gideceklerin gitmediği de oldu. Onlar da beklendi.

Şu 3,5 duvarlık tuğla örüntüsü ve sen Bekleme oluyorsunuz, bir mıh gibi duruyor ve beklemenin ne olduğunu öğretiyorsunuz. 

 

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Veda

Herkesin sustuğu yer neresi olur?
Kalp atışım dışarıdan nasıl duyulur?
Sonu gelmeyen bir sessizlik içinde insanlar kendisi ile ne konuşur?
Kayıp gibi hissetmek insanı yılda kaç kez bulur?

Nehir gibi akıyor kelimeler, duygular bir cümle içinde tamamlanmıyor.
Kanatlı gibi düşünceler durduramıyorum, durmuyor.

Durmuyor.
Dur
mu
yor.
Yorgun göz kapakların usul usul ve yanarak kapanmasına benziyor bazı hikayelerin bitişi.

Uykuya, rüyaya ve sona teslim olmalı.
Bırakmak böyle öğreniliyor.

Aklından Bir Cümle Tuttum

Aklımdan tuttuğum cümleleri zamanında yuttum.
Kalbimi bazen kendim için uyuttum.
Kedilerin kalp hızında dünyanın dertlerini unuttum.
Bulanık sularımı usul usul durulttum.

22 Temmuz 2021 Perşembe

Eğim


Yokuş aşağı hızlandım. 
Hızlandım.

Arkamdan beni iten bir güç var, kontrol benden, bedenimden çıkıyor gibi. Dizlerimin hissi değişti. Nefesim daha hızlı. Öyle hızlandı ki, bedenimde olan değişimleri fark etmeye yetişemiyorum. Sırtımdan damla damla inen terler bir oluk halini aldı, memelerimin arası sırılsıklam, pantolon bacaklarıma yapıştı. Ayaklarım benden bağımsız, uzanıp gidiyorlar. Yokuş aşağı koşuyorum. Ayaklarımdan çıkan şap şap şap sesleri bana ait değil. Benden bağımsız bir şeyler oluyor. Yokuşun sonu hiç gelmeyecek mi? 

Her an yuvarlanabilirim ama henüz yuvarlanmadım. Büyük bir boşlukta bir koşma mücadelesinin içinde hiç mücadele etmiyorum. Bütün bedenim, uzuvlarım kendince ve yeterince yokuşa adapte. Gidiyorum bir yere. Bir yere gitmek niyeti de taşımıyorum aslında. Koşuyorum işte. Hepsi bu. Yokuşun eğimine bırakarak koşuyorum işte. 


30 Haziran 2021 Çarşamba

Kendimiz ile Anlamlı Bütünlük

 



'Parçadaki boşlukları anlamlı bir bütünlük oluşturacak şekilde doldurunuz.' soru tipi lise zamanlarındaki en sevdiğiydi.

Soğan kokan ve titreyen elleriyle telefonunu kaptı. Önce annesini sonra arkadaşını aradı. 

Yemek için soğan doğruyordum, bildiğimiz soğan ve doğruyordum ama o sırada derin bir boşluk oluştu içimde. Göğüs kafesimin hemen altında karnımın üstünde. Sanki derin bir boşluktan döküldüm bir anda ve çok hızla. İçimde bir boşluk var, onu gördüm. 

Sesi titrekti, ağlıyordu, karşılaştığı bu şeyden korkuyordu. Telefonu kapattı. Sırtını duvara yasladı, olduğu yere çöktü ve oturdu. Dizlerini karnına çekti, boşluğu kapatmak ister gibiydi. İçindeki boşluk çok duyguyu aynı anda yaşatmıştı ama en çok üzmüştü. Ağladı. Sesini, gözyaşını, üzüntüsünü, korkusunu gizlemeden ağladı. Oturduğu yerden kalkmadan içindeki boşluğu sıkı sıkı tutarak bekledi, yanıma gelir misin diye telefonunu kapattığı arkadaşını. 

Bu boşluğu anlamak, tanımak  ve kendisi ile anlamlı bir bütünlük oluşturacak şekilde doldurmak zaman alacaktı. 





13 Haziran 2021 Pazar

Kırlangıçlar


Fotoğraf Alper Tüydeş

Boşlukları sev. En çok boşlukları sev. Onlar sana bırakılmış olanlardır, istediğin gibi doldurabileceğin.

Söylediğini anlıyorum aslında. Okuduğum kitaplarda, şiirlerde üç noktaları severim mesela. Ondan önceki cümleler çoğalır üç nokta sayesinde. İhtimaller doğurur, öylesini bir de böylesini düşünürüm. Okuduğumdan kendime doğru bir yol yaparım.

Ne güzel konuştuk be... Kalbimden gelen bir huzurla kocaman gülümsedi. Konuştuklarımızı güzel kıldık. 

Gülümsedi diğeri, daha da büyüdü gülümsemedi ve bir anda kahkahaya dönüştü. Şakın baktı öteki önce, sonra kahkahayı çoğalttı. Nedendi bu kahkaha bilmiyordu ama eşlik ediyordu. Bir zaman sonra önce ses azaldı sonra ritim. 

Ne oldu der gibi bakıyordu. Diğeri, önce uzakta bir noktaya baktı, sanki birini seçmeye çalışıyordu. Sonra ellerine sonra ötekinin yüzüne baktı. 

Hiç ayrılmayalım, olmaz mı? demek geçiyor içimden. Bunu söylerken gözlerinin ışıldadığını hissetti, sıcak bir dalga yayıldı yüzüne. O da fark etmiş miydi, merak etti. Gülümsedi. Demek geçiyor içimden ama Sait Faik'in Kırlangıçlarını düşünüyorum. Diğer kırlangıçlardan farklı iki kırlangıcın hikayesi. Hiç ayrılmak istememişlerdi, ikisi de bunu birbirlerine diyecek olmuşlardı ki bir yaprak düştü aralarına birbirlerini göremediler, bir rüzgar esti birbirlerini duyamadılar. 

Hikayenin sonunda ayrıldılar. Diğer kırlangıçlar gibi olmak istemedikleri için yuva kurmamışlardı. Sonra kış gelmişti. Ayrıldılar ama birbirlerini hiç unutmamışlar. Hikaye böyle bitiyor. 

Şimdi hiç ayrılmayalım, olmaz mı demek istiyorum. İçime bir burukluk yayılıyor.
Beni duyuyor musun? 

12 Haziran 2021 Cumartesi

Tel Örgü


Fotoğraf Duygu Aşık

 

-  Bu kitaplar nerden çıktı?

+ Haftaya okul kapanacak baba. Üst sınıftaki arkadaşımdan kitapları istedim, o da verdi. Seneye bu kitaplarla okula gidebilirim. 

- Seneye okula gitmeyeceksin kızım. Okumayı öğrendin, yazmayı da öğrendin, para hesabı yapacak kadar matematik öğrendin. Yeter. Ver arkadaşına kitapları... Ya da dursun, annen kışın soba harlatır onlarla.

...

- Ben çalışmak istiyorum Ahmet. Böyle ikimiz için de zor oluyor, çocukların masrafları arttı. Hem para kazanırım hem çalışırsam arkadaş da edinirim, mutlu olurum. Sana da destek olmuş olurum. He Ahmet!

+ Ne gerek var. Eve geldiğimde kapımı açan, yemek yapan biri olman yeterli. Ben hallederim. Bakamam mı ya size! 

...

- Alo...

+ Anne, günaydın anne, nasılsın? 

- Ben yapamam, korkuyorum boşanmaktan oğlum. Hiç kendi paramı kazanmadım. Kaç yaşına geldim, nasıl çalışılır bilmiyorum, beni işe de almazlar. 

- Anne, konuştuklarımızı....

+ Söyledin, biliyorum, destek olacaksın ama korkuyorum  be oğlum. Alışkın değilim ya ne bileyim işte.

6 Haziran 2021 Pazar

Yaz Geçer

 


Fotoğraf Aytekin Gezici

Yaz geçer iyi gelir sözcükler*.

Kış geçer iyi gelir sözcükler.

Yıl geçer,

Sözcükler iyi gelir.

Yıllar geçer…

Yıllar yıllar üstüne derken,

Yaşam geçer.

Sen geçersin, ben geçerim.

Sözcükler hepimize iyi gelsin sevgilim. 


demişti mektubunda. 

Bu satırları okurken, onun sesi kulaklarında yankılanmıştı. Bir şiir, bir fotoğraf özlemini hafifletemezdi ama bekleyişi değiştirirdi. Şefkatle, sevgiyle bekliyordu mektubunun değil kendisinin geleceği günleri. 


Köşeyi dönünce ve onu görünce heyecanla ve koşarak yanına gittiği günleri anımsıyordu.

Anımsıyor, anımsıyor bir fotoğrafla heyecanı,beklemenin zor güzelliğini, sevgiyi saklı tutuyordu. 


*Murathan Mungan,Yaz Geçer



27 Mayıs 2021 Perşembe

Korku, Ötesi ve Sevmek



Korkunun ötesinde sevebilir miyiz?

Korkunun ötesi ve sevmek.


Sevgili toprak, bedenimi bıraktım, sana emanet, şu an düşemem. Üstünde ve güvendeyim.

Yeşil dallar, kuru dallar ve onları harekete geçiren rüzgar, harekete geçirdiğin sadece dallar değil. Zihnimin içindekiler arasında bazen hortum çıkarıyorsun, bilmiyorsun. Çok iyi yapıyorsun.


Sevince, sevmenin hakkını vererek sevince, dünyadaki tüm kötülüklere karşı koyabilecek kadar güçlü hissediyor insan. Böyle uzanıp gökyüzüne bakarken, aklıma gelen bu. 


Ağaçlar yanındaki ağaçlarla iletişim kuruyormuş. İnsanlar olarak bunu keşfettik, bunları anlayabilecek bir sürü imkana eriştik ama bizim tür içinde bunu beceremeyenler çok. Buralarda yakıcı ve yıkıcı şeyler oluyor, aman sizi yakıp yıkmasınlar. 


Sanırım beklemeyi ve ‘vakti gelince’ye inanmayı sizin türünüz sayesinde başarabildim. Siz yaz gelse de açşam, sonbahar gelse de dökülsem demiyor olmalısınız. Ama biz, neyin içinde değilsek onu arzulayıp duruyoruz. Bazen de arzumuzda tutuşuyoruz. 


Bence korkunun ötesinde sevebiliriz ağaçlar. 

Güneş doğdukça ve battıkça, ay halden hale geçerken dengede kalmayı öğrenirsek korkunun ötesinde sevebiliriz. 


Yarın yine gelirim.



 

24 Mayıs 2021 Pazartesi

Boş luk

Lahana. Kış aylarında kat kay giyinince kendimizi benzettiğimiz sebze.

Kat kat sebze. 1. kat, 2. kat ve sonraki katlar.

Bu kez üstümdeki kıyafetleri değil içimdeki yolculuğu lahanaya benzetiyorum. Bir katımı da anlamak ve anlayış göstermek kelimeleri arasında bırakmaya ihtiyaç duyduğum boşluk oluşturuyor. 

Anlıyorum, anladıktan sonra onu, onları, onun duygularını, onun acılarını, arayışlarını ve ihtiyaçlarını...

Evet, ne kadar da şuna, buna ihtiyacı var. Canı sağ olsundu, daha iyi miydi?

Şimdi bir boş         luk bırakıyorum. Anlayabildikten sonra kendim için bir boş luk. 

Benim neye ihtiyacım var. Nasılım?

Kelimelerden Ötesi

 



Fotoğraf Harry Warnecke

Rüzgar esiyor. Ilık, sıcak, sesli. Taşların üzerindeki kumları yerinden kaldırıyor, sonra başka bir yere taşıyor. Rüzgar esiyor, yerinden oynayabilecekler yerinden oynuyor. Kumlar hafif, rüzgarla dans ediyor. Kayalar sert, ağır, paçalarını kumlaştırabiliyor. 

Kadının açık boynunun iki yanından akıyor rüzgar. Ilıklığı hissediyor kadın boynunda usul ve sakin. Bir sevgili öpücüğü gibi huzurla buluşuyor rüzgar kadının boynu ile. 

- Kelimeler, içimdekileri anlatmama imkan vermiyor bazen. Sahip olduğum kelimelerden daha çok şey var içimde. Yüzyıllar var yaşanan ve yaşanıyor başka yıllar. Tüm bu geçmiş, yapılanlar, yapılamayanlar, çabalar, aşklar, sevgiler, ihanetler, gözyaşları, dökülen sıcak terler, titreyen eller, dolu dizgin sürülen atlar gibi heyecanlar, yakıcı ayrılıklar, arzular... Ahh! Ben de onlardan bazılarına ev sahipliği yapıyorum şimdi kalbimde. Sakin, dibi görünen deniz gibi berrak huzuru yaşıyorum, seninle. Rüzgarla taşınan şu kumlar gibi taşınıyorum. 

dedi kadın. 

Gülümsedi erkek, yüzüne vuran güneşten gözlerini kısarak gözlerindeki ışıltıyı ve dinginliği kadının bakışlarıyla buluşturarak. 

- Kelimelerden öte bir yaşamdır bu sürdüğümüz. Bizi, kendini onlara sığdırmaya çalışma. Tüm bu geçmiş, yaşanmış olan çaba dolu hayatları üflediğim nefesle anlatacağım şimdi sana. Anlatmanın başka yollarından biri bu. 

dedi erkek.

Yanından hiç ayırmadığı dostunu eline aldı. Yanaklarına dolan, gözlerinin kenarlarındaki kırışıklıkları ortaya çıkaran bir gülümsemenin ardından derin ve uzun nefes aldı ve üflemeye başladı.



19 Mayıs 2021 Çarşamba

Hata

 

Fotoğraf Aytekin Gezici


Özgürlüğünüz, birinden talep edebileceğiniz bir şey değildir. Mesela babanızdan özgürlüğünüzü isterseniz, size özgürlüğünüzü vereceğini düşündüğünüz babanızdan özgürleşemezsiniz. Bu düşünce kendi içinde hata barındırır.

Gökyüzünde kuş gördüğünüzde özgürlük hissetmeniz ve onu gökyüzünden mahrum etmeniz benzer şekilde içinde hata barındırır. 

Hata.

Hatalar...

Yaptıklarımız, yapmaya korktuklarımız, yapanlardan öğrendiklerimiz, sonsuza dek sürüp gidecek olanlar, bir gün son verilecek olanlar.

9 Mayıs 2021 Pazar

yarık

Kendimize sorular sorarız. Bulmak için daha öncesi aramak için. Sorunun özünü oluşturan şey her neyse içimizde onun varlığını yoklarız sorular sayesinde. Büyüteçle tanıştığımız ilk yıllarda kelimelerin, sayfaların, resimlerin, eşyaların üzerinden usul usul ve dikkat ederek geçtiğimiz gibi. Sorular bizim yetişkin büyüteçlerimiz olurlar. 

Sorulara güvenebilir miyiz?  Soruları kuran kendine güvenebilir miyim? 

Aramaya cesaret gösterebildiklerimi soruyorum. Belki. Cevabını zaten bildiklerimi, duymaya hazır olduklarımı. Kendime olan güvenimden biraz hasarlıyım şu an. Kendime güvenebilir miyim?

Çok yağmur yağınca bazen dereler taşar. Bu bazen, derelerin sığdırabileceği miktar ile ilgili olur. Taşan dereler, kendi etraflarında iz bırakırlar. Derin, kalın, uzun olabilir. Yarık deriz. 

-ebilemediğimiz ve bile isteye uzağında kalmak istediğimiz soruları sorduklarında oluşan şeye de yarık diyebilir miyiz? 


çocuk eller

Eey benim ellerim! Ellerim benim.  Soğukta üşüyen, kızaran ve hissizleşen; sıcakken şişen ve yüzükleri dar eden ellerim. 








Avuç içlerim… 

Çizgilerim, yollarım, anılarım, hayallerim, yaptıklarım, yaralarım, izlerim, sızılarım…

Ah,benim ellerim! Bunca yıl benimle her şeye şahitlik edenlersiniz. Neleri sardınız, okşadınız, tuttunuz, sevdiniz, dokundunuz, ittiniz ve çektiniz?  Nasıl hatırlasam ki… Unuttuklarıma da üzülürüm, öyle ya. 

Yılların izlerini en çok saçlarımdaki beyazlardan izledim. Sonra da ellerimden. Önce ellerimde lekeler oldu, çil çil. Gençliğimde, güneşin sırtımda bıraktığı izler gibi. Şimdi zamanın ellerimde de hatıraları var.  Bir de yumuşacık bir derim oldu zamanla. Kalbim de yumuşacık şimdi, bu ellerimin dokunup sevdiği, durdurup ittiği, tuttuğu ve bıraktığı tüm şeylerden ötürü kalbim yumuşacık. 

Ağaçların kabukları sert ve pürüzlü. Usul akan suyun hareketi -bunu en iyi elinizi suyun yüzeyine koyarak hissedebilirsiniz-, rüzgarın esintisi -bunu en iyi bir araçta giderken camdam elinizi çıkararak ve parmaklarınızın arasını açarak hissedebilirsiniz-; kedilerin sert, yumuşak, temiz, tozlu tüyleri; kuşların minicik, hızla atan kalpleri; sevdiklerimize sarıldığımızda, onları kollarımızla sardığımızda sırtlarına dokunan avuç içlerimizdeki kalp atışları; sevgililerimizin bedenleri ve ruhları, pamuklu bir kumaşın yumuşacıklığı.

Çocuk ellerim… 

En çok onları unutmuş olmalıyım. Unuttuğum ama neyi unuttuğumu bilmediğim bir hüzün bu. Ama bir şeyi hiç unutmadım. Sekiz, dokuz yaşlarımdaydım, büyük babannem geceden ellerime kına yakardı, sabaha kadar bekletirdim kınayı ellerimde. Beklemenin en tatlı olduğu, merak ve heyecan dolu uykulardı. Kınalarımın nasıl bir şekli olacağını merak ettiğim bir sabaha uyanırdık birlikte. 

Salıncak

Salıncağı bu ağaca kurabilir miyiz ananeee? Ananee yoksa buna mı kursak?  Şu ağaca kursak ayaklarım suya değer mi anaane?

Sahil kenarına gittiğimizde arabadan indiğim gibi salıncak kuracağımız ağacı bulmak için seğirtirdim. O ağaç mı, bu ağaç mı, beni çeker mi? Hatta büyüdüğümü kuracağımız salıncak dallarının beni çekip çekemeyeceğini düşündüğümüzde anlardım. Söğüt ağacı en sevdiklerim arasındaydı. Upuzun dallarını aşağıya doğru koyverirdi. Rüzgarla salınırdı o güzelim dallar. Başımın üzerindeki söğüt ağacı dallarıyla çok özel biri olurdum. Sallanırken kafamı kaldırıp gözlerimi açtığımda sarıp sarmalandığımı hissederdim. Güvenmekti bu. 


Salıncak.

Salınmak.

Salmak. 


Şimdi söğüt ağacı yok. Su yok. 

Salınmak var. O hep var. 


Salıncaktan başlayarak bedenimize yayılan, düşüncelerimizle birleşen ve duygularımıza ulaşan bir şey şu salınmak. 


İleri geri; zaman ne çabuk geçiyor, çocukken… 

İleri geri; şimdi o da işte...

İleri geri; zorluklar -hiç bitmeyecek gibi gelen zorluklar-,  çaba belki de önünü göremeyeceğimiz kadar çok ve yoran, emek -inatla ve inançla-...


Belki önce geri. 

Geri ileri; sonra işte mutluluğun dışarıda değil içeride olduğunu keşfediyor insan...

Geri ileri; geçiyor işte, fırtınanın geçişi ve sonra nasıl geçtiğini hatırlamadığımız gibi...

Geri ileri; işte hepsi iyi ki...


Salınmak var. O hep var. 




10 Nisan 2021 Cumartesi

sen bensin, ben senim

Yaşamadığı hayata övgüde bulunan, yaşamadığı ama yaşama ihtimali olduğu o hayatı, hayatın parçalarını merak ve özlemle anan bir tek insanlardır herhalde. Hayvanlar bu gaflete düşüyor olamaz. 

Kırlarında koştuğum, toprağında yetişen eriklerini, dutlarını, enginarlarını yediğim köyümden sorduğum sorulara cevap aramak, bilmek, anlamak, denemek için çıkmak istemeseydim bugün, bu ben olmazdım. 

Taş taş üstüne koyar da duvar örer gibi kendimi ördüm. Zaten hepimiz böyle yaparız. Kimileri inşanın farkında olur, hepsi bu.

Isınana, terleyene ve nefes nefese kalana kadar bir salonun içinde koşturduktan sonra sıcacık bedeni ile karşı karşıya kalıp elimi kalbinin üzerine, elini kalbimin üzerine koyup gözlerimizin içine bakarken 'sen bensin, ben senim' dediğimizde ben boyumdan belki üç belki beş kat büyük, genişliğimden kat be kat geniş bir kapıdan geçtim. Bir daha geri dönemeyeceğim. Sorduğum soruları sormamış olamam artık,  cevapları bilmiyor olamam. 


boş luk

 Lahana. Kış aylarında kat kay giyinince kendimizi benzettiğimiz sebze.

Kat kat sebze. 1. kat, 2. kat ve sonraki katlar.

Bu kez üstümdeki kıyafetleri değil içimdeki yolculuğu lahanaya benzetiyorum. Bir katımı da anlamak ve anlayış göstermek kelimeleri arasında bırakmaya ihtiyaç duyduğum boşluk oluşturuyor. 

Anlıyorum, anladıktan sonra onu, onları, onun duygularını, onun acılarını, arayışlarını ve ihtiyaçlarını...

Evet, ne kadar da şuna, buna ihtiyacı var. Canı sağ olsundu, daha iyi miydi?

Şimdi bir boş         luk bırakıyorum. Anlayabildikten sonra kendim için bir boş luk. 

Benim neye ihtiyacım var. Nasılım?

10.04.2021

2 Nisan 2021 Cuma

Çocuk

nihayetinde hepimiz birilerinin çocuğuyuz. 
5 yaşında, 30 yaşında ve 80 yaşında.
bu hiç değişmeyecek. 

hepimiz çocukluk yaşadık. öyle veya böyle. 

24 Ocak 2021 Pazar

Bir Hayale Varmak

Hayal neydi? 
Olabilir şeyler. Olmasını istediğimiz düşünceler. Hayır. Sadece düşünceler. 

Sekiz kişi birleştirilmiş iki yuvarlak masa etrafında oturuyorlardı. Uzun zaman olmuştu birbirlerini görmeyeli. Özlem çoktu arada. Birbirlerine bakışlarından, heyecanla konuşmalarından, özenle sordukları soruların cevaplarını merakla dinlediklerinden belli oluyordu. Kafenin denize bakan kısmında, bir anda bastıran ve sonra usul usul yağmaya devam eden yağmurdan kendilerini koruyabilmişlerdi. Hepsi kendinden bir şeyler anlatıyordu: neler yapıyorlar, nasıl yapıyorlar, neler yapmıyorlar…

İkisi çay ve sigara eşliğinde muhabbete koyulmuştu. ‘Önce bir sigara yakalım.’ dediler ve gülüştüler. Öyle bir muhabbet. Öteki üç kişi bu zamana kadar biriktirdikleri iş hakkındaki dedikodulara daldılar. Birinin cümlesi biterken öteki hemen devam ediyordu, kelimeler bir biri ardına koşturuluyordu. Araya küfürler, ünlemler… Ara ara kahkahalar, hmmmm lar... Dört nala bir muhabbet. Diğeri için yeni bir mekandı burası. İlk kez geldiği bu mekan hakkında öbürüne yorum yapıyordu. 

Bir ses yükseldi: ‘Bir oyun oynayalım. Biri aklındaki bir soruyu sorsun, sonra herkes o soruya yanıt versin.’ Kabul ettiler, kimisi sesle kimisi kafasını sallayarak. Başladılar:
 - Son zamanlarda karnınız ağrıyana kadar neye gülmüştünüz?
 - Yakın zamanda öğrendiğiniz, sizi şaşırtan bir bilgi neydi?
 - Hayatınızda dönüm noktası sayılacak şeyler neler? 

Önce soru sonra yanıtlar, yine soru yine yanıtlar. Cevapları birbirlerine yakın kıldı onları, ifadeleriyle sarıldılar birbirlerine, birbirlerinin anlattıklarına ve anılarına. 

Bir soru daha geldi. ‘Son zamanlarda kalbinizi kıran ne oldu? 
Bir sessizlik… Herkes yakın ve derin bir yere gitti, gözler masaların ötesine doğru süzüldü.
‘Benim buna yanıtım hazır.’ dedi biri. ‘Geçen gün, hiç hayal kurmadığımı fark ettim. Kalbim kırıldı kendime.’ Dudağının kenarında bir gülümseme belirdi cümlesinin bitmesiyle. Kırık kalbine bir gülümseme armağan etmişti herkesin içinde.

Yanıtlar birbiri ardına devam etti. Devam etti ama ilk yanıtı veren diğer yanıtları dinleyemedi. Çoktan kendi içindeki denizlere açılmıştı bile. 
Hayal, düşünce. Gerçek değil ve hiç olmayabilir. Umut verebilir, umudu yıkabilir. Alıştırabilir, karıştırabilir. Gerçeğinden çok uzak bir limana bırakabilir. O zaman n’aparım?  
Hayaller ve gerçekler birbirinden uzaklaştıkça bir sis sarıyordu sanki her yerini. Yakınlığın tek yolu hayallerden vazgeçmek mi? Mümkün kılabilirdi hayallerini ama gücü yetmeyebilirdi çünkü hayaller her zaman tek kişilik değildi ki. 
Peki, gerçeğin de başı hayal değil miydi? Bir hayale varmıyorduk belki ama bir hayalden yola çıkmıyor muyduk? 

Garsonun önüne bıraktığı sıcacık çay onu denizlerinden getirdi. Teşekkür ederken gülümsedi garsona ve sisin içindeki görüntüsüne. 


3 Ocak 2021 Pazar

Fesleğen

Toprağında bir fesleğen alıp, Gel bana. Oturup başına karşılıklı birer kahve içelim, Donuk, boğuk bir akşamda,

Donuk, boğuk bir akşamda gel bana. 


Pencere önü çiçekleri biz olalım,

Önce camdan dışarı, sonra bedenimizin içeri bakalım,

Cam gibi parlayan gözlerimizi görebilelim, 

İçelim, zihnimize üşüşen tüm şeyleri de.

Sadece bir zamanlar, cam gibi patlayabilmiş olan gözlerimize bakalım.


Dağılmaz başımızdaki bulutlar.


Ben, fesleğen kokulu günleri hep sevdim,

Yaşamak geldi içimden her sevişimde.


Aramızda duran o çiçeğe dokundurup ellerimi içime çekmek istiyorum yaşamı.


Yüzüm ve Hüzün


Gözlerini açtı. 

Ne görüyordum rüyamda? 

Gözlerini kapattı. Kalan görüntüleri yokladı.

Patika bir yol, ormanın içinde ıslak, dökülmüş yapraklarla ve kırılmış dallarla dolu patika bir yol, yoldaki küçük su göletleri. Yolun sağında yer yer çalılar, çalıların ardı göz alabildiğine ağaçlar, çalılar yolun solunu seçmemiş. Kırılan ve yere gelişi güzel düşen dallar, zamanı geldiğinde düşmüş yapraklar. Soğuk ve ıslak bir hava, toprak kokusu.

Gözlerini açtı, rüyasına dair başka bir şey bulamadı. Uyuyakaldığı koltuktan kalktı, mutfağa doğru ayaklandı. Kahve gün ortası uykusundan sonra iyi gelirdi. 

Makinanın kahve vermeye hazır olmasını beklerken sağ dirseğini dolabın kenarına dayadı, yüzünü avucunun içine aldı. Etrafı süzmeye başladığında apartman boşluğuna bakan küçük mutfak penceresinde yansıması ile karşılaştı. Patika yoldaki su göletlerinden birine doğru eğildiğinde çocukken ki yüzünü görmüştü. Rüya böyleydi. İşte sonra uyanmıştı. 

Kahve makinasından 'dıt dıt' diye bir ses duyuldu, makina  kahve vermeye hazırdı, tuşuna bastı, beklemeye devam etti. Kafasını apartman boşluğuna bakan küçük mutfak penceresine çevirdi, çocuk yüzünü düşündü. Yüzünün peşine anıları takıldı. Sanki bir albüme bakar gibi anılarından kareler beliriyordu. Makina verdiği sesle kahvenin hazır olduğunu uyardı. Sıcacık kahve dolu bardağını alıp salon penceresinin önünde gitti ve durdu. 

Karşıdaki bina ile aramda kaç metre olabilir? 

Çocuk gözleri salonun penceresinden bakınca ağaçları, ağaçların sunduğu türlü yeşili, ağaçların ardından başlayan gölü, gölü takip eden dağları görürdü. Tüm bunların üstünde özenle yerleştirilmiş bir taç gibi duran bulutları, bulutların yeryüzündeki gölgesini. 





Çekip gitmek üzerine

Çekip gittiğinde ne olacağını biliyor gibi
kaçar insan.

Çekip gittiğinde ne olacağını bildiğini sandığı için
kaçar.

Çekip gitmek, huydur.

İnsan isterse çekip gitmemeyi de öğrenebilir.





nefes ve öteki şeyler

  geçiş dönemlerinde, eylemin büyük önemi var. sadece aklımızla değil, bedenimizle de bu geçiş dönemine girmemiz, kendimize hayatı kolaylaşt...