Salıncağı bu ağaca kurabilir miyiz ananeee? Ananee yoksa buna mı kursak? Şu ağaca kursak ayaklarım suya değer mi anaane?
Sahil kenarına gittiğimizde arabadan indiğim gibi salıncak kuracağımız ağacı bulmak için seğirtirdim. O ağaç mı, bu ağaç mı, beni çeker mi? Hatta büyüdüğümü kuracağımız salıncak dallarının beni çekip çekemeyeceğini düşündüğümüzde anlardım. Söğüt ağacı en sevdiklerim arasındaydı. Upuzun dallarını aşağıya doğru koyverirdi. Rüzgarla salınırdı o güzelim dallar. Başımın üzerindeki söğüt ağacı dallarıyla çok özel biri olurdum. Sallanırken kafamı kaldırıp gözlerimi açtığımda sarıp sarmalandığımı hissederdim. Güvenmekti bu.
Salıncak.
Salınmak.
Salmak.
Şimdi söğüt ağacı yok. Su yok.
Salınmak var. O hep var.
Salıncaktan başlayarak bedenimize yayılan, düşüncelerimizle birleşen ve duygularımıza ulaşan bir şey şu salınmak.
İleri geri; zaman ne çabuk geçiyor, çocukken…
İleri geri; şimdi o da işte...
İleri geri; zorluklar -hiç bitmeyecek gibi gelen zorluklar-, çaba belki de önünü göremeyeceğimiz kadar çok ve yoran, emek -inatla ve inançla-...
Belki önce geri.
Geri ileri; sonra işte mutluluğun dışarıda değil içeride olduğunu keşfediyor insan...
Geri ileri; geçiyor işte, fırtınanın geçişi ve sonra nasıl geçtiğini hatırlamadığımız gibi...
Geri ileri; işte hepsi iyi ki...
Salınmak var. O hep var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder