Köşeyi dönüp gidesim var. Köşedeyim. Dönüp gitmek istiyorum. Ama arkamı dönüp o adamlara bağır bağır bağırmak istiyor bir yanım.
Siz bizim naif ve şefkat yerlerimizi incittiniz. Hiçbir kedinin bir bıyığı değerinde olamayacak siz 'Karılara başladım' deyip kadın yerlerimizi incittiniz, demek ağızlarına okkalı bir tokat vurmak isterim. Bir sütyen ipinde sizi asmak isterim. O güzelim çocukların ruhlarını ve bedenlerini inciten sizin yüreğinizi kıyım kıyım kıymak isterim. Ama yapamam. Bu yüzden köşeyi dönüp naiften yana gitmek isterim.
Ben sizinle, sizin hayatla baş ettiğiniz gibi baş edemem. Siz kötüsünüz. İyi olmayı, kendinize sormayı hiç denememişsiniz. Sizin hiç denemediğiniz o şeylerin ben hayalini kurup umudumu dik tutmak isterim. Bu yüzden köşeyi dönmem lazım. Benim gibi renkleri taşıyanların yanında yer almam lazım. Gökkuşağını unutmamam lazım. Sizin karanlık, kötü, yaralayıcı çukurunuzu bilip onunla renklerimle dans etmem lazım. Ben sizinle, sizin dediğiniz ve sizin istediğiniz gibi 'dövüşemem.' Ben dövüşmek istemem.
Kalbim ağır, ayaklarım dermansız, omuzlarım çökük kendim için o köşeyi döndüm.
Meryem, bu sayfayı okuduktan sonra Berna'nın günlüğünü göğsüne bastırdı. Sıkı sıkı. Dizlerini karnına çekti, gözlerini kapadı, kafası dizlerinin üstüne düşüverdi. Durdu, durdu, durdu. Berna'nın günlüğündeki sözcükler, cümleler, duygular, tüm yazdıkları parçası oluvermişti. Bildiği yerlerdi kendinde. Bulduğu yerlerdi kendinde. Acılandığı, düştüğü, kalktığı yerlerdi kendinde. Bir tek zaman başkaydı, bir tek zaman. Gerisi hep aynı.
Günlüğü yanına aldı, evden çıktı.
'Bu köşeden döneceğim.' Döndü.
'Bu köşeden döneceğim.' Döndü.
'Bu köşeden döneceğim.' Döndü.
Kendi sokağındaki tüm köşeleri döndü. Umurunda olan bir tek şuydu: bu köşeleri dönersem içimdeki köşeleri de dönebilir miyim?
