16 Ekim 2023 Pazartesi

Hikayem ve Hikayemin Hikayesi

Bana arkadaşım şu soruyu sordu: Senin de korktuğun bir şey var mı? Bu sorudaki kırılganlık her şeyin üstünü örttü, ince bir tül gibi. 

Evet dedim ve anlattım ona, korktuğum şeyleri. O sırada pürü pak, bir yıldız gibi aylar önce hikayemi yazarken sesim titreyerek Roza'ya sorduğum o soruyu hatırladım: Bunu neden anlatıyorum ki Roza? Yani aslında korkularımı, özlemlerimi, merakımı, bu zorlu geçiti neden anlatıyorum. 

Roza'nın cevabını net olarak hatırlamıyorum ama cevabının beni yumuşacık yaptığını ve rahatladığımı hatırlıyorum. Hikayemi çalışırken diğer arkadaşlarımın hikayelerini dinlediğim zamanlar aklıma geldi. Ve bir akşam çalışmadan şöyle ayrılmıştım: Hepimizin korkuları, acıları, sevinçleri, neşeleri var madem. Birbirimize özen göstermek tek seçeneğimiz. Ama bazen, insanlar, biz, birbirimize ne yapıyoruz böyle zorlu, yargılayıcı, özensiz, kabulsüz... 

Hikayemi anlatacağım gün karışık duyguların içinden geçerken Roza bana, hikayelerle ilgili en sevdiğim büyük bağlantıyı hatırlattı: İnsanlık deneyiminin bir parçasına aracılık etmek. Bu bağlantı, benim hikayeden özgürleşmem, hikayenin benden özgürleşmesidir. Bu bağlantı beni rahatlatmıştı. Zamanın, mekanın, insanların çok çok ötesine bağlamıştı beni. Ben ve hikayemin ötesinde bir yer oluşmuştu.

 Hikayemi anlattıktan sonra 'İnsanlık deneyiminin bir parçasına aracılık etme'nin ne demek olduğunu her şeyimle deneyimlemiş ve hissetmiştim. Benim için çok önemli bir deneyimdi ve konu var oluşun kendisiydi. 

Şimdi bunu yazıyorum. Çünkü 'Hepimiz korkarız, bir parça, az, çok.' Bunu size fısıldamak istiyorum. Bu deneyimde ortak olduğumuzu hatırlatmak istiyorum. 

Buraya kadar okuduklarınız Hikayemin Hikayesiydi. Alt kısımda Hikayemi bulabilirsiniz.

Alt kısımdaki Hikayem, Sevgili Roza Erdem'in yürüttüğü Otobiyografik Anlatı Atölyesi: Anlatılmayı Bekleyen Hikayeler adlı çalışmada ortaya çıkardığım parça. Onun özenli, şefkatli desteği için ve süreçteki arkadaşlarımla anlatarak, dinleyerek birbirimizi beslediğimiz için kendimi çok şanslı hissediyorum. 

Fotoğraf, çalışma sırasında hikayemle ilişkili bir resim. 


Sizin aile albümünüz var mı? 

Bizim epey var. Zamanı tutan şeylerden biri onlar. Ailemin evine gittiğimde albümlerin içindeki fotoğraflara bakarım. Kalın kapaklı olur albümler.  Dolabın üstünde dururlar.  Ve genelde ben gittiğimde yerinden oynarlar. Ve böylece tozları alınır.

Kapaklarında dönemin ünlülerinin süslü püslü fotoğrafları olur. Ya da bir manzara olur. Ya da dantel işleme gibi desenleri olur. Aile albümlerimizi çok severim. Birini kapağından dolayı daha çok severim, manzaralı olanı… Bir patika yol var. Yolun ardından ulaşıldığı görülen ev.  Ev 2 katlı, mavi çatılı. Evin arkasında uzun çok uzun ağaçlar var. Ağaçların ardında büyük karlı dağlar… Evin yanında duru bir nehir, nehirde otlar, sarı sarı, yeşil yeşil. 

Yine bir gün… 

Zamanlardan yaz, yıllardan 3 yıl önce ailemin yanına gittim. Aile albümlerini aldım. Annemle birlikte bakmaya başladık. Aa, o gün şöyle şöyle olmuştu… Burada, böyle böyle yapmıştık… Sen hep şöyle şöyle yapardın. Ah, gençlik, ah zaman… Fotoğrafların akıldan çekip tuttuğu anılar annemden sözcüklere döküldü. Anıların bana anlatılıp hatırlattıkları da benden sözcüklere. Şöyleleri böyleleri konuştuk. Zamansal uzakları ve yakınları bir arada tuttuk. 

Çocukluğumun sıralı fotoğraflarının arasından bir fotoğraf tuttu beni.

Omuzlarında ve yakasında beyaz fırfırları olan kırmızı elbise 1. yaş doğum günü fotoğrafım. Masanın ucunda sandalyede dikiliyorum. Yanaklarım tombik. Hemen önümde çikolatalı pasta, üstünde beyaz krema ve kirazlar. Pastanın yanında iri iri, yeni yapılmış kokulu sıcacık, lezzetli poğaçalar. Üstü kızarmış pideler, limon kabuklarının içine rendelendiği ılık kek. Bardaklar, tabaklar. Bunların hepsi annemin göz nuru, el emeği işlediği dantel masa örtüsünün üzerinde duruyor. Önümde böyle bir masa var. Peki arkamda kimler var? Teyzem, dayım, kuzenim, diğer teyzem, anneannem, dedem, büyük halam, adını bilmediğim birileri, büyük babannem, öbür dedem.  Herkes karanlıkta görünüyor fotoğrafta. Arkamda ve karanlıkta. Şimdi bazıları hayatta değil. 

Bu fotoğrafı kendi evime götürebilir miyim, anne? dedim. Al, dedi. Yanıbaşıma ayırdım. Annem çektiği fotoğraflara özen gösterirdi. Hatıralara kıymet verirdi. Ben de verirdim. Bunu bildiğimden hatırayı taşımanın, ondan alıp kendime aktarmanın iznini istedim. Okuduğum kitabın arasına koyar götürürdüm. Bundan sonra fotoğrafla birlikteydik: kırmızı elbiseli dünyadan bir haber halimle… Albüm sayfaları kimleri kimleri getirdi kucağımıza. Annemle birlikte insanları, anıları, zamanı birbirine yoğurduk o akşam. 

Evime döndüğümde…

Annem ve babamın yersin bunları, yersin bunları deyip çantama koyduklarını dolaplara yerleştirdim. Yerini bulması gereken bir şey daha vardı. Kırmızı elbiseli, dünyadan bir haber halimin yeri neresi? Buzdolabı kapağını seçtim. Çünkü buzdolabının üstündeki şeylerle ilişkim hep derinlikli olur. Sorar-cevaplarım. O halimle görüşeceklerimiz vardı belli ki. 

Bugün ne yemek yapsam? Buzdolabının kapağını açtım-karar verdim-kapadım: Kırmızı elbise bana yakışmış.

Soğuk bir su alayım. Fotoğrafın merkezindeyim. Peki, hayatımın merkezinde miyim?

Meyve yiyeyim. Hayatta olmamı sağlayan herkesten daha azı arkamda duruyor. 

Bugün ne yesem? Pastalar öyle güzel ki, keşke uzanıp erişebilsem. 

Çorbayı dolaba koyayım. Bu fotoğraftaki bazıları hayatta değil. Dedem 2 yıl oldu öleli. Büyük babaannem 18 yıl. 

Şu aldıklarımı dolaba yerleştireyim. Aay, canım büyük babaannem, kafasını uzatmış da öyle görünmüş fotoğrafta. 

Günler, aylar, yıllar geçti. geçti. geçti.

Fotoğrafta bana dokunan bir şey vardı.

Büyük babaannemin kafasını uzatıp bakışında vardı? Neydi? 

Çocukluğumdaki bazı geceleri anımsadım. Köyde yaşıyorduk birlikte, geniş aile. Büyük babaannemle kışları aynı odayı paylaşırdık. Sokak lambasının ışığı odaya vururdu. Sobada yanan odunların sesini uykuya dalana kadar duyardım. Sobanın camından ateşi görürdüm. Sabaha karşı imamın sesi bana acı acı gelirdi. O sesle uyanırdım. Köpekler ulurdu. İmanın sesindeki acılık ve köpeklerin uluması birbirine karışır, beni korkuturdu. Kaybolmuş gibi hissederdim. Yorganı kafama çekişim çözüm olmazsa şöyle derdim: 

Büyük babaanne uyuyor musun? Korkuyorum diyemezdim. Ama o şöyle derdi: He, yavrum, korkuyor musun? Gel yanıma. 

Hemen kendi yatağımdan çıkardım. Önce ikimizin yatak ucuna birleştirilmiş sekiye atlardım. Sonra büyük babaannemin yatağına ulaşırdım. Dağ gibi büyük gelirdi bana onun bedeni. Küçük bedenimle sırtımı sırtına yaslardım. Ben dua okurum, dualar seni korur, yum gözlerini, derdi bana. Dua fısıltısıyla uyuyakalırdım. 

Kaç sabaha karşı dua fısıltıyla uyudum bilmiyorum. Ama çok olduğunu biliyorum. 30lara giriş yapıyorum. O günleri çok özlüyorum. Kayboluşuma şefkat. Sırtımı yasladığımda içimin rahat edişi. Duyulmak, korkumla kabul edilmek. Kabul edilmek. Sevgi. Oyun… Hepsini çok özlüyorum. Fotoğraf ve ben, epey zaman bakıştık durduk. Nihayetinde bu anılar kendimde uzun bir yolculuk oldu.

Özlemenin türlü katmanıyla devam ettim. Ağladım, isyan ettim, bekledim, geriye dönmek istedim, görmezden geldim, sinirlendim, başkalarından bekledim. 

Ve bir zaman sonra sakinledim. Ve dedim ki… Madem böyle… Ben, kendim için dağın kendisi olabilir miyim? Görmezden geldiğim her şeye dikkatle bakarak başladım. Önemli olan şey, korkumla birlikte cesaretle ve merakla adım atmaktı… Değişen fikirlerim, değişen eylemlerim oldu. Bunu yaşamı örmek gibi düşündüm, yaşamımı yeniden örmeye koyulmuştum. Günler, haftalar, aylar, geçti.

Bir his bekliyordum kendimde, tamam diyecebileceğim bir his. O his gelmedi. 

Anlıyorum ki, ben sorular soran, cevaplar arayan, merak eden biriyim.  Bu yolculuk da son olmayacak. Çocukluğumun biraz bugünde, bugünün biraz çocukluğumda, geleceğimin biraz bugünde olduğunu anladım.

20 Ağustos 2023 Pazar

her şey her şeydedir



Bugün çocukluğunda, çocukluğun bugündedir. Sen bendesin, ben sendeyim. Biraz biraz, parça parça. 
Geçmiş, bugün, gelecek hepsi birbiri ile iç içedir. 
 
Bunlar, kendime ve herkese özenli olmak sorumluluğumdan yolumu geçirir. 

Herkesin deneyimler ve seçimler uzantısı olduğunu bilirim; kimi zaman da anlamlandıramadığımız geçmişimizin tesiri ile çeşitli duygularla karşılaştığımızı bilirim; herkesin tanıklık ettiğimden, gördüğümden, duyduğumdan daha fazlası olduğunu bilirim; herkesin bir parça korkusu, kaygısı, sevinci, beklediği, hayali olduğunu bilirim; herkesin bir şekilde acıdan geçmiş-geçecek olduğunu bilirim; herkes yuvasına-kendisine-merkezine dönmeye çalışıyor bilirim. 



 

8 Ağustos 2023 Salı

Bildiğim Evin Bilmediğim Sandıkları

 



Zırrr...
Zırrrrr...
Hadi anneanne aç kapıyı, hadi!
Zırrr...
Yerli yerinde duran çok az şey arasında bir de sen vardın. Neredesin anneanne? 

Yokuş çıktım, tişörtümün sırtı ıslak, göbeğim ve sütyenim de ıslak. Yokuş beni yordu. Yokuşun bundan haberi yok. Bu evin köyün ucunda olması hem çok iyi hem çok kötü. Bugün kötü tarafta, tırmandım da tırmandım. 

Zırr...
Anneanne... 
Off...
Orada olduğunu bildiğim (bildiğimi sandığım) şeylerin orada olmaması hoşuma gitmiyor. Bu beni biraz da üzüyor. Hayır, çok üzüyor. Kapının önündeki mermer basamaklar ne kadar da pırıl pırıl. Üzüntüm başımı önüme eğmese bu pırıllıktan haberim olmayacak. 

Belli ki anneannem yok. Güzel kokulu pembe, iri gülleri ve adını bilmediğim çiçekleri evin kapısının önünde. Mutfak penceresine doğru uzanıyorlar. Çiçeklerin önünde, 'Gel şuraya, koy götünü!' diyen tuğla yığını, güller de 'Sırtını bize yasla!' mı diyor?  Elimdeki çantayı bıraktım, sırtımdaki çantayı çıkardım. Bi rahatladım. Etrafa bakındım kimse yok, tişörtümü de çıkardım. Ceplerimde ne varsa hepsini çantamın üzerine bıraktım. Güllerin çağrısına uydum ve tuğla yığınının üstüne oturdum. Az biraz su kalmış çantamda, suyu kafama döktüm, biraz pembe güllere de gitti. 

Köyün içine doğru uzanan yoldan bir köpek bana doğru hızlı hızlı koştururken, o anı anneannemin kapıyı açması için en iyi an diye düşündüm. Köpek yavaşladı, yaklaştı, anneannem kapıyı açmadı. Önce çantama yanaştı, sonra bana daha yaklaştı, bakıştık, elimi uzattım, kafasına dokunmama izin verdi. Tuğla yığınının dibine, ayağımın yanına, gülün önüne yattı. Bu birlikte oluş bir süpürüşe benzedi. Sanki bir el beni süpürdü. Köpeğe, güllere, bacaklarıma, güneşe, mutfak camına, mermere baktım. Aynı sırayla bir daha baktım. Araya yoldaki bozukluklar, taşlar girdi. Komşu teyzenin evi, dut ağacı, köpeğin koşturmaya başladığı yer, zeytincilikte toprağı havalandırmak için kullanılan saban, komşu teyzenin büsbüyük ortancaları, güller.. 

Gözlerim doldu, içinden bir ses: n'oluyor kız? Başka bir ses: Oluyor bir şey, bırak. Her şey için önce anlam aramaya çalışan bu yüzden de anlam aramaktan anı kaybeden adını gereksiz yetişkin kafa koyduğum tarafıma dedim ki, sen bi dur. Ve bıraktım. 

Gözyaşlarım gözlerimin içinde minicik baloncuklara dönüştü, gözlerimden çıkıp yanaklarımda yol aldı. Böyle böyle birkaç göz yaşı... Köpek kafasını kaldırdı, ben de ona baktım. Gözyaşlarım bana nehirleri hatırlattı, aklıma çok sevdiğim birinin söylediği şarkı geldi. Köpeğe ve kendime bu şarkıyı söyledim:

Nehrin suyu akıyor
Akıyor dolanıyor
Nehrin suyu akıyor denize doğru 
Tabiat ana sar beni 
Çocuğunum ebedi 
Tabiat ana sar beni denize doğru

Ben şarkı söylerken köpek yayılıp yerine daha bir yerleşti, ben de bir daha söylemeye başladım. Demir kapı çat diye açıldı. 

Ay kızım, yavrum hoş geldin. Kız, bu halin ne? Düştün mü? Bir şey mi oldu? İyi misin? Peş peşe sorular gibi anneannemle birbirimize sarıldık. Anneannem devam ediyordu: Öğle namazını kıldıktan sonra öyle güzel rüzgar esintisi oldu ki, azcık kıvrılıvereyim balkonda dedim. Ne kadar uyudum bilmem. Sonra uyandım, çiçekleri sulayım derken komşu gördü beni. 'Hu komşu, torunun geldi ha, baya da büyümüş başka bir yerde görsem tanımam.' dediği gibi Ay amanın! diye kapıya koştum. Komşuya da ayıp oldu.

Anneannemden bunları dinlerken eve girdik. Dışarıda kalan köpeğe su koyduk. Çantalarımı orta yere bıraktım, birlikte balkona gittik. 

Nasılsın kızım? Hoş geldin, sefa getirdin. Soğuk su vereyim sana, dedi. Su getirdi, içtim, ohh... Balkonun zeminine uzandım. Eski taş evin balkonu pürüzsüz değildi. İnce kilimden sırtıma dokunan taşlar bazen sinir bozucu bazen de hoş oluyordu. İyiyim anneanne, seni ve köyü özledim geldim, dedim. Sen dinlene dur, bize birer kahve yapayım dedi, gitti. Mutfaktan sesleniyordu: İşlerin nasıl? Arkadaşların nasıl? Komşular işlerimin ve arkadaşlarımın nasıl olduğunu duydular. Artık kötün yarısı biliyordu, bunu fark ettiğimde gülümsedim. Kahve taşımına kadar mutfaktan balkona muhabbet ettik, köylü de şahit. 

Anneannem sorunca onu ve köyü özlediğimi söylemiştim. Aslında çocukluğumu da özlemiştim. Çocukluğumun bilindiklerini. Dedemin hep o köşe camda durmasını, beni görünce !Ooo torunum gelmiş!' demesini. Bu kez dedem yoktu, bir vakit anneannemle mezarlığa onu ziyarete giderdik. Doluşup arabaya ve traktöre birlikte göle gitmeyi, neşeyle şapur şupur karpuz yemeyi, gece rüyamda gölün içindeymiş gibi salınımlı hissetmeyi de özlemiştim. Ve bu evi. Bildiğim evin bilmediğim sandıklarını heyecan ve merakla açışımızı ve bunu anneannemle birlikte yapışımızı da özlemiştim. Sıcak kahve kokusu yaklaştı, anneannem ve kahveler balkona geldi.

Çiçeklerin ne kadar serpilmiş anneanne, dedim. Valla bu yıl keyifleri baya yerinde, pek güzel oldular, dedi. Sevdiğin olursa giderken vereyim, balkonuna koyarsın, sende seviyorsun çiçek, dedi. Çiçeklerin isimlerini saydı soldan sağa. Dut ağacı da baya büyüdü balkonu aştı, dedi. Baktım hepsine tek tek. Memnun oldum çiçekler ve dut ağacı, birkaç gün birlikteyiz, dedim. Anneannem güldü, alemsin dedi. Benim çiçeklerimin de sana selamı var şekerim dedim, gülüştük. 

Sessizlik anı ile rüzgar birlikte geldiler. Balkonun  yüzünü döndüğü göle baktık aynı anda. Bugün durgun, dedi anneannem. Bugün göl durgun görünüyor, güzel yüzülür dedim. Kahvelerimizden yudum aldık. 

3 Temmuz 2023 Pazartesi

Yön Okları




Yön oklarının nerede olduğumuzu ve takip edersek nereye varacağımızı bildirilmesi, güvenli. Kaybolması az. Bilinmeyeni dar. 

Aldığım kararların ve buna yakın şeylerin -vazgeçmek, seçmek, reddetmek- doğrultusunun en az yön okları kadar belirli olmasını dilerken bulduğumda kendimi, yaşamın böyle bir şey olmadığı bilgisi pırıldadı oradan. Bir yorgun bir oyuncu kediyle birlikte yürür gibi hissetim kendimi merdivenleri çıkarken. İnsanın belirsizlik içinde yorgun düştüğü oluyor, bilmeyişin sürprizleri oyun kapasitemizi yokluyor. 

25 Mart 2023 Cumartesi

İyi Yolculuklar

Hatırı sayılır anılar mı?
Hatırım kime sayılır?
Yılda kaç kez sayılır?
Unuttum mu, işte şimdi ismi: kevgirden hatıralar. 
Boşluklar boşluklar boşluklar
İki anımsama arasındaki zaman, kevgir o an. 

Sebzeleri yıkıyorum, akşam yemeğine, fırında sebze. Brüksel lahanası. Ne acayip bi sebze, amaan neyse. 

Su akıyor, sebzelerin üzerinden foşur foşur. Foşur dediysem de kuraklık malum, işte o kadar foşur. Gerimdeki sayaçlar, uyanık  olma hali, ayık olma hali, aman farkındayım, tamam... Uyumak istiyorum, şöyle uyuşuk bir bedenle çok hoş bir sarhoş gibi güneşten mayışmış da kendini koyvermiş kedi gibi. Olmuyor. Bir fikir bir kez doğduğunda büyüyor ha büyüyor. Büyü güzelim büyü, kafamda sana da yer var.

Su akıyor işte foşur foş. Altı üstü sebze yemeğinin beni getirdiği yere bak. Bedenim mutfakta belli ki sadece bedenim mutfakta. Aklım buraya gelir misin? Bu bana sık sık olur, olduğum yerden aklım erdiğince uzaklaşırım ve yine aklımın erdiğince dönerim. 

Brüksel lahanasının katmanları arasına sıkışan tozu temizlemek çok zor, kaymanları soysam ziyan, soymasam toz toprak yerim - burdayım.

İnsan kendini soyması... Düşüncelerini, hatıralarını katman katman açması. Açsa neyle karşılaşacağını bilmiyor açmasa hep aynı yerinde - buradan uzaktayım.

Sebzelerin attığım kısımlarının her yeni gün atılmaz ve yenilebilir olduğunu öğreniyorum, vay. Muz kabuğundan un - burdayım.

İnsan hangi deneyimini tutsa görüp emek edip başka bir şeye dönüştürebiliyor, hangi birine bakayım, ey bahtım - burdan uzaktayım.

Su akıp gidiyor şehrin altına, karışabileceğine karışmaya doğru. Elveda su - buradayım.

Hatıralarımın hepsini tutup yoğurup öğrenemem. Dönüşmesi gereken bir yolunu bulur, amin - buradan uzaktayım.

Bi buradayım, bi buradan uzaktayım.
Hep bi git gel.
İyi yolculuklar.


17 Mart 2023 Cuma

Az Isırılmış Çilek Reçelli Ekmeğim

 Sevgili günlüğüm,

Bugün canım, en sevdiğim çilek reçelli ekmeği yemek istemedi. Annem, küçücük ısırıklar almışsın, dedi.  Omuzlarımı kaldırıp bıraktım. Bu, 'işte bu kadar' demek bizim aramızda. Canımız bir şey demek istemediğinde böyle yaparız. Nar suyumun da birazını içtim. Düşünebiliyor musun günlüğüm, nar suyu bile içmek istemedi canım. 

Sonra pencerenin kenarına oturdum, kollarımı tişörtün içine çektim, bacaklarımı da tişörtün içine çektim. Oturdum öyle. Tişörtümün kolları boş kaldı. Bu benim sıkılma oyunum. Annem, beni böyle görünce sıkılmış olmalısın, diyor. Bazen sıkılmaktan daha çok üzgün oluyorum. Ama böyle demiyorum, üzgün olduğumu yani. 


Bunlar biraz ısırılmış ekmeğim ve balıklı bardağımdaki az içilmiş nar suyu.

Sonra ödevlerimi yaptım. Sonra da büyük babaannemin yanına gittim. Ona, bana masal anlatır mısın, dedim. Omuzlarını kaldırıp bıraktı. Çok şaşırdım. Büyük babaannem hiç böyle yapmamıştı bu zamana kadar. Ona, sıkıldın mı yoksa üzgün müsün, diye sordum. Bana gülümsedi ama üzgün gülümseyiş. Çünkü onun üzgün olmayan gülüşünü biliyorum. Peki, sana ben masal anlatayım mı, diye sordum. Mutlu bir gülümseyiş gördüm. Sonra ona ejderhalı panda masalını anlattım. 

Ejderha ve panda birlikte yürüyüş yapıyormuş, birlikte su içiyormuş, birlikte uyuyormuş. Bazen de ayrılıp farklı şeyler yapıyorlar, sonra buluşuyorlar ve neler gördüklerini birbirlerine anlatıyorlarmış. Onlara bazen ejderhalı panda bazen de pandalı ejderha diyorlarmış. 

Anlattıktan sonra büyük babaanneme beğenip beğenmediğini sordum. Mutlu gülümsedi, beğendim dedi. bu masalı bir arkadaşımın kitabında okuduğumu söyledim. Kitapta pandanın ve ejderhanın fotoğrafı vardı. panda kocaman ejderha küçücüktü. Ejderha pandanın sırtındaydı. 

Büyük babaanneme tıpkı panda gibi çok büyük olduğunu benimse ejderha gibi küçücük olduğumu söyledim. Bir de onun sırtına çıkarsam ejderhalı panda ya da pandalı ejderha gibi olabileceğimizi. Büyük babaannem kahkaha attı. Biz artık ejderhalı panda ya da pandalı ejderha olmuştuk. Çok mutlu oldum ve çilek reçelli ekmeğimi yemeye gittim. 

Hoşçakal sevgili günlük. Yarın görüşürüz. 


nefes ve öteki şeyler

  geçiş dönemlerinde, eylemin büyük önemi var. sadece aklımızla değil, bedenimizle de bu geçiş dönemine girmemiz, kendimize hayatı kolaylaşt...