Zırrr...
Zırrrrr...
Hadi anneanne aç kapıyı, hadi!
Zırrr...
Yerli yerinde duran çok az şey arasında bir de sen vardın. Neredesin anneanne?
Yokuş çıktım, tişörtümün sırtı ıslak, göbeğim ve sütyenim de ıslak. Yokuş beni yordu. Yokuşun bundan haberi yok. Bu evin köyün ucunda olması hem çok iyi hem çok kötü. Bugün kötü tarafta, tırmandım da tırmandım.
Zırr...
Anneanne...
Off...
Orada olduğunu bildiğim (bildiğimi sandığım) şeylerin orada olmaması hoşuma gitmiyor. Bu beni biraz da üzüyor. Hayır, çok üzüyor. Kapının önündeki mermer basamaklar ne kadar da pırıl pırıl. Üzüntüm başımı önüme eğmese bu pırıllıktan haberim olmayacak.
Belli ki anneannem yok. Güzel kokulu pembe, iri gülleri ve adını bilmediğim çiçekleri evin kapısının önünde. Mutfak penceresine doğru uzanıyorlar. Çiçeklerin önünde, 'Gel şuraya, koy götünü!' diyen tuğla yığını, güller de 'Sırtını bize yasla!' mı diyor? Elimdeki çantayı bıraktım, sırtımdaki çantayı çıkardım. Bi rahatladım. Etrafa bakındım kimse yok, tişörtümü de çıkardım. Ceplerimde ne varsa hepsini çantamın üzerine bıraktım. Güllerin çağrısına uydum ve tuğla yığınının üstüne oturdum. Az biraz su kalmış çantamda, suyu kafama döktüm, biraz pembe güllere de gitti.
Köyün içine doğru uzanan yoldan bir köpek bana doğru hızlı hızlı koştururken, o anı anneannemin kapıyı açması için en iyi an diye düşündüm. Köpek yavaşladı, yaklaştı, anneannem kapıyı açmadı. Önce çantama yanaştı, sonra bana daha yaklaştı, bakıştık, elimi uzattım, kafasına dokunmama izin verdi. Tuğla yığınının dibine, ayağımın yanına, gülün önüne yattı. Bu birlikte oluş bir süpürüşe benzedi. Sanki bir el beni süpürdü. Köpeğe, güllere, bacaklarıma, güneşe, mutfak camına, mermere baktım. Aynı sırayla bir daha baktım. Araya yoldaki bozukluklar, taşlar girdi. Komşu teyzenin evi, dut ağacı, köpeğin koşturmaya başladığı yer, zeytincilikte toprağı havalandırmak için kullanılan saban, komşu teyzenin büsbüyük ortancaları, güller..
Gözlerim doldu, içinden bir ses: n'oluyor kız? Başka bir ses: Oluyor bir şey, bırak. Her şey için önce anlam aramaya çalışan bu yüzden de anlam aramaktan anı kaybeden adını gereksiz yetişkin kafa koyduğum tarafıma dedim ki, sen bi dur. Ve bıraktım.
Gözyaşlarım gözlerimin içinde minicik baloncuklara dönüştü, gözlerimden çıkıp yanaklarımda yol aldı. Böyle böyle birkaç göz yaşı... Köpek kafasını kaldırdı, ben de ona baktım. Gözyaşlarım bana nehirleri hatırlattı, aklıma çok sevdiğim birinin söylediği şarkı geldi. Köpeğe ve kendime bu şarkıyı söyledim:
Nehrin suyu akıyor
Akıyor dolanıyor
Nehrin suyu akıyor denize doğru
Tabiat ana sar beni
Çocuğunum ebedi
Tabiat ana sar beni denize doğru
Ben şarkı söylerken köpek yayılıp yerine daha bir yerleşti, ben de bir daha söylemeye başladım. Demir kapı çat diye açıldı.
Ay kızım, yavrum hoş geldin. Kız, bu halin ne? Düştün mü? Bir şey mi oldu? İyi misin? Peş peşe sorular gibi anneannemle birbirimize sarıldık. Anneannem devam ediyordu: Öğle namazını kıldıktan sonra öyle güzel rüzgar esintisi oldu ki, azcık kıvrılıvereyim balkonda dedim. Ne kadar uyudum bilmem. Sonra uyandım, çiçekleri sulayım derken komşu gördü beni. 'Hu komşu, torunun geldi ha, baya da büyümüş başka bir yerde görsem tanımam.' dediği gibi Ay amanın! diye kapıya koştum. Komşuya da ayıp oldu.
Anneannemden bunları dinlerken eve girdik. Dışarıda kalan köpeğe su koyduk. Çantalarımı orta yere bıraktım, birlikte balkona gittik.
Nasılsın kızım? Hoş geldin, sefa getirdin. Soğuk su vereyim sana, dedi. Su getirdi, içtim, ohh... Balkonun zeminine uzandım. Eski taş evin balkonu pürüzsüz değildi. İnce kilimden sırtıma dokunan taşlar bazen sinir bozucu bazen de hoş oluyordu. İyiyim anneanne, seni ve köyü özledim geldim, dedim. Sen dinlene dur, bize birer kahve yapayım dedi, gitti. Mutfaktan sesleniyordu: İşlerin nasıl? Arkadaşların nasıl? Komşular işlerimin ve arkadaşlarımın nasıl olduğunu duydular. Artık kötün yarısı biliyordu, bunu fark ettiğimde gülümsedim. Kahve taşımına kadar mutfaktan balkona muhabbet ettik, köylü de şahit.
Anneannem sorunca onu ve köyü özlediğimi söylemiştim. Aslında çocukluğumu da özlemiştim. Çocukluğumun bilindiklerini. Dedemin hep o köşe camda durmasını, beni görünce !Ooo torunum gelmiş!' demesini. Bu kez dedem yoktu, bir vakit anneannemle mezarlığa onu ziyarete giderdik. Doluşup arabaya ve traktöre birlikte göle gitmeyi, neşeyle şapur şupur karpuz yemeyi, gece rüyamda gölün içindeymiş gibi salınımlı hissetmeyi de özlemiştim. Ve bu evi. Bildiğim evin bilmediğim sandıklarını heyecan ve merakla açışımızı ve bunu anneannemle birlikte yapışımızı da özlemiştim. Sıcak kahve kokusu yaklaştı, anneannem ve kahveler balkona geldi.
Çiçeklerin ne kadar serpilmiş anneanne, dedim. Valla bu yıl keyifleri baya yerinde, pek güzel oldular, dedi. Sevdiğin olursa giderken vereyim, balkonuna koyarsın, sende seviyorsun çiçek, dedi. Çiçeklerin isimlerini saydı soldan sağa. Dut ağacı da baya büyüdü balkonu aştı, dedi. Baktım hepsine tek tek. Memnun oldum çiçekler ve dut ağacı, birkaç gün birlikteyiz, dedim. Anneannem güldü, alemsin dedi. Benim çiçeklerimin de sana selamı var şekerim dedim, gülüştük.
Sessizlik anı ile rüzgar birlikte geldiler. Balkonun yüzünü döndüğü göle baktık aynı anda. Bugün durgun, dedi anneannem. Bugün göl durgun görünüyor, güzel yüzülür dedim. Kahvelerimizden yudum aldık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder