16 Ekim 2023 Pazartesi

Hikayem ve Hikayemin Hikayesi

Bana arkadaşım şu soruyu sordu: Senin de korktuğun bir şey var mı? Bu sorudaki kırılganlık her şeyin üstünü örttü, ince bir tül gibi. 

Evet dedim ve anlattım ona, korktuğum şeyleri. O sırada pürü pak, bir yıldız gibi aylar önce hikayemi yazarken sesim titreyerek Roza'ya sorduğum o soruyu hatırladım: Bunu neden anlatıyorum ki Roza? Yani aslında korkularımı, özlemlerimi, merakımı, bu zorlu geçiti neden anlatıyorum. 

Roza'nın cevabını net olarak hatırlamıyorum ama cevabının beni yumuşacık yaptığını ve rahatladığımı hatırlıyorum. Hikayemi çalışırken diğer arkadaşlarımın hikayelerini dinlediğim zamanlar aklıma geldi. Ve bir akşam çalışmadan şöyle ayrılmıştım: Hepimizin korkuları, acıları, sevinçleri, neşeleri var madem. Birbirimize özen göstermek tek seçeneğimiz. Ama bazen, insanlar, biz, birbirimize ne yapıyoruz böyle zorlu, yargılayıcı, özensiz, kabulsüz... 

Hikayemi anlatacağım gün karışık duyguların içinden geçerken Roza bana, hikayelerle ilgili en sevdiğim büyük bağlantıyı hatırlattı: İnsanlık deneyiminin bir parçasına aracılık etmek. Bu bağlantı, benim hikayeden özgürleşmem, hikayenin benden özgürleşmesidir. Bu bağlantı beni rahatlatmıştı. Zamanın, mekanın, insanların çok çok ötesine bağlamıştı beni. Ben ve hikayemin ötesinde bir yer oluşmuştu.

 Hikayemi anlattıktan sonra 'İnsanlık deneyiminin bir parçasına aracılık etme'nin ne demek olduğunu her şeyimle deneyimlemiş ve hissetmiştim. Benim için çok önemli bir deneyimdi ve konu var oluşun kendisiydi. 

Şimdi bunu yazıyorum. Çünkü 'Hepimiz korkarız, bir parça, az, çok.' Bunu size fısıldamak istiyorum. Bu deneyimde ortak olduğumuzu hatırlatmak istiyorum. 

Buraya kadar okuduklarınız Hikayemin Hikayesiydi. Alt kısımda Hikayemi bulabilirsiniz.

Alt kısımdaki Hikayem, Sevgili Roza Erdem'in yürüttüğü Otobiyografik Anlatı Atölyesi: Anlatılmayı Bekleyen Hikayeler adlı çalışmada ortaya çıkardığım parça. Onun özenli, şefkatli desteği için ve süreçteki arkadaşlarımla anlatarak, dinleyerek birbirimizi beslediğimiz için kendimi çok şanslı hissediyorum. 

Fotoğraf, çalışma sırasında hikayemle ilişkili bir resim. 


Sizin aile albümünüz var mı? 

Bizim epey var. Zamanı tutan şeylerden biri onlar. Ailemin evine gittiğimde albümlerin içindeki fotoğraflara bakarım. Kalın kapaklı olur albümler.  Dolabın üstünde dururlar.  Ve genelde ben gittiğimde yerinden oynarlar. Ve böylece tozları alınır.

Kapaklarında dönemin ünlülerinin süslü püslü fotoğrafları olur. Ya da bir manzara olur. Ya da dantel işleme gibi desenleri olur. Aile albümlerimizi çok severim. Birini kapağından dolayı daha çok severim, manzaralı olanı… Bir patika yol var. Yolun ardından ulaşıldığı görülen ev.  Ev 2 katlı, mavi çatılı. Evin arkasında uzun çok uzun ağaçlar var. Ağaçların ardında büyük karlı dağlar… Evin yanında duru bir nehir, nehirde otlar, sarı sarı, yeşil yeşil. 

Yine bir gün… 

Zamanlardan yaz, yıllardan 3 yıl önce ailemin yanına gittim. Aile albümlerini aldım. Annemle birlikte bakmaya başladık. Aa, o gün şöyle şöyle olmuştu… Burada, böyle böyle yapmıştık… Sen hep şöyle şöyle yapardın. Ah, gençlik, ah zaman… Fotoğrafların akıldan çekip tuttuğu anılar annemden sözcüklere döküldü. Anıların bana anlatılıp hatırlattıkları da benden sözcüklere. Şöyleleri böyleleri konuştuk. Zamansal uzakları ve yakınları bir arada tuttuk. 

Çocukluğumun sıralı fotoğraflarının arasından bir fotoğraf tuttu beni.

Omuzlarında ve yakasında beyaz fırfırları olan kırmızı elbise 1. yaş doğum günü fotoğrafım. Masanın ucunda sandalyede dikiliyorum. Yanaklarım tombik. Hemen önümde çikolatalı pasta, üstünde beyaz krema ve kirazlar. Pastanın yanında iri iri, yeni yapılmış kokulu sıcacık, lezzetli poğaçalar. Üstü kızarmış pideler, limon kabuklarının içine rendelendiği ılık kek. Bardaklar, tabaklar. Bunların hepsi annemin göz nuru, el emeği işlediği dantel masa örtüsünün üzerinde duruyor. Önümde böyle bir masa var. Peki arkamda kimler var? Teyzem, dayım, kuzenim, diğer teyzem, anneannem, dedem, büyük halam, adını bilmediğim birileri, büyük babannem, öbür dedem.  Herkes karanlıkta görünüyor fotoğrafta. Arkamda ve karanlıkta. Şimdi bazıları hayatta değil. 

Bu fotoğrafı kendi evime götürebilir miyim, anne? dedim. Al, dedi. Yanıbaşıma ayırdım. Annem çektiği fotoğraflara özen gösterirdi. Hatıralara kıymet verirdi. Ben de verirdim. Bunu bildiğimden hatırayı taşımanın, ondan alıp kendime aktarmanın iznini istedim. Okuduğum kitabın arasına koyar götürürdüm. Bundan sonra fotoğrafla birlikteydik: kırmızı elbiseli dünyadan bir haber halimle… Albüm sayfaları kimleri kimleri getirdi kucağımıza. Annemle birlikte insanları, anıları, zamanı birbirine yoğurduk o akşam. 

Evime döndüğümde…

Annem ve babamın yersin bunları, yersin bunları deyip çantama koyduklarını dolaplara yerleştirdim. Yerini bulması gereken bir şey daha vardı. Kırmızı elbiseli, dünyadan bir haber halimin yeri neresi? Buzdolabı kapağını seçtim. Çünkü buzdolabının üstündeki şeylerle ilişkim hep derinlikli olur. Sorar-cevaplarım. O halimle görüşeceklerimiz vardı belli ki. 

Bugün ne yemek yapsam? Buzdolabının kapağını açtım-karar verdim-kapadım: Kırmızı elbise bana yakışmış.

Soğuk bir su alayım. Fotoğrafın merkezindeyim. Peki, hayatımın merkezinde miyim?

Meyve yiyeyim. Hayatta olmamı sağlayan herkesten daha azı arkamda duruyor. 

Bugün ne yesem? Pastalar öyle güzel ki, keşke uzanıp erişebilsem. 

Çorbayı dolaba koyayım. Bu fotoğraftaki bazıları hayatta değil. Dedem 2 yıl oldu öleli. Büyük babaannem 18 yıl. 

Şu aldıklarımı dolaba yerleştireyim. Aay, canım büyük babaannem, kafasını uzatmış da öyle görünmüş fotoğrafta. 

Günler, aylar, yıllar geçti. geçti. geçti.

Fotoğrafta bana dokunan bir şey vardı.

Büyük babaannemin kafasını uzatıp bakışında vardı? Neydi? 

Çocukluğumdaki bazı geceleri anımsadım. Köyde yaşıyorduk birlikte, geniş aile. Büyük babaannemle kışları aynı odayı paylaşırdık. Sokak lambasının ışığı odaya vururdu. Sobada yanan odunların sesini uykuya dalana kadar duyardım. Sobanın camından ateşi görürdüm. Sabaha karşı imamın sesi bana acı acı gelirdi. O sesle uyanırdım. Köpekler ulurdu. İmanın sesindeki acılık ve köpeklerin uluması birbirine karışır, beni korkuturdu. Kaybolmuş gibi hissederdim. Yorganı kafama çekişim çözüm olmazsa şöyle derdim: 

Büyük babaanne uyuyor musun? Korkuyorum diyemezdim. Ama o şöyle derdi: He, yavrum, korkuyor musun? Gel yanıma. 

Hemen kendi yatağımdan çıkardım. Önce ikimizin yatak ucuna birleştirilmiş sekiye atlardım. Sonra büyük babaannemin yatağına ulaşırdım. Dağ gibi büyük gelirdi bana onun bedeni. Küçük bedenimle sırtımı sırtına yaslardım. Ben dua okurum, dualar seni korur, yum gözlerini, derdi bana. Dua fısıltısıyla uyuyakalırdım. 

Kaç sabaha karşı dua fısıltıyla uyudum bilmiyorum. Ama çok olduğunu biliyorum. 30lara giriş yapıyorum. O günleri çok özlüyorum. Kayboluşuma şefkat. Sırtımı yasladığımda içimin rahat edişi. Duyulmak, korkumla kabul edilmek. Kabul edilmek. Sevgi. Oyun… Hepsini çok özlüyorum. Fotoğraf ve ben, epey zaman bakıştık durduk. Nihayetinde bu anılar kendimde uzun bir yolculuk oldu.

Özlemenin türlü katmanıyla devam ettim. Ağladım, isyan ettim, bekledim, geriye dönmek istedim, görmezden geldim, sinirlendim, başkalarından bekledim. 

Ve bir zaman sonra sakinledim. Ve dedim ki… Madem böyle… Ben, kendim için dağın kendisi olabilir miyim? Görmezden geldiğim her şeye dikkatle bakarak başladım. Önemli olan şey, korkumla birlikte cesaretle ve merakla adım atmaktı… Değişen fikirlerim, değişen eylemlerim oldu. Bunu yaşamı örmek gibi düşündüm, yaşamımı yeniden örmeye koyulmuştum. Günler, haftalar, aylar, geçti.

Bir his bekliyordum kendimde, tamam diyecebileceğim bir his. O his gelmedi. 

Anlıyorum ki, ben sorular soran, cevaplar arayan, merak eden biriyim.  Bu yolculuk da son olmayacak. Çocukluğumun biraz bugünde, bugünün biraz çocukluğumda, geleceğimin biraz bugünde olduğunu anladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

nefes ve öteki şeyler

  geçiş dönemlerinde, eylemin büyük önemi var. sadece aklımızla değil, bedenimizle de bu geçiş dönemine girmemiz, kendimize hayatı kolaylaşt...