rüzgar tülü havalandırıyor, güneş tülün arasından bir görünüp bir kayboluyordu. ben maria. louren'i çok seven maria. onu olduklarıyla ve olmadıklarıyla seven. yüreğinde sevgiler, kızgınlıklar, sıcaklıklar ve soğukluklar taşıyan maria. günaydın her şey.
louren, uyanırken önce bana döner ve sarılır ve sonra uyanırız. tülün, rüzgarın, güneşin ve duvarın birlikte oluşturduğu gölgeyi izliyordum. louren yataktan aniden doğruldu. duvardaki gölgeye baktı ve bana döndü. yüzünde başka bir zamandan gelmiş gibi bi ifade vardı. korkmuş muydu neydi, belki değildi...
yavaşça sırtına dokundum, yanına oturdum. iyi misin?
dünyayı kim yarattı? sorusunu sordular bana rüyamda, dedi. geçen gün parkta beslediğimiz kedilerin hepsi kapımıza gelmişti, onları içeri aldık, mama verdik ve onlarla oynadık. sanki hep böyle yapıyormuşuz gibiydik. hepsi bir an durdu. içlerinden biri, sarı, çok tüylü, burnu çok güzel ve kuyruğu pofur olan sordu.
hiç şaşırmadık, birbirimize baktık ve cevap aradık. beyazlı tekir, şarkı söyler gibi miyavlayan yayıldı yere ve ekledi: söyle maria, söyle louren, ne yapmayı planlıyorsunuz o olağanüstü ve kıymetli tek hayatınızda?
daha da yayıldı, gerindi, esnedi. şaşkındık, düşünüyorduk. önce sarışın olan kapıya yöneldi, çıktı. en son şarkıcı olan, önce doğruldu, kuyruğunu önüne alıp uzun uzun ve deliksiz bir bana baktı bir sana. esnedi ve gitti.
louren, başka bir zamandan gelmiş gibi görünüyordun, öyleymiş, dedim.
bunlara cevap aramayacağım maria, sadece soruların içimde diledikleri gibi gezinmesine izin vereceğim ve ikimiz için soğuk su almaya gidiyorum mutfağa, kahve de demleyeceğim, dedi.
gülümsedim, uzandım. tülün, güneşin, rüzgarın, duvarın değişmiş birlikteliğini izlemeye devam ettim.