2022 Mayıs ayında sabah sayfaları yazmaya başladım. Bugün, 29 aydır sabah sayfaları yazıyorum anlamına geliyor. 126 Hafta, 882 gün civarı yapıyor. Sayılar elbette güzel şeyler. Sayı olmayan şeylere geçmek istiyorum.
Yazmak, içeridekinin dışarı aktarıldığı bir eylem. Zihnimizin içindeki çok boyutlu alanda birbirine geçmiş, ucu başı belli olan ve belli olmayan şeyleri, üç boyutlu bir alana dökmemizi sağlar. Zihnimizin içindekilerini ard arda kelimeler aracılığıyla dizeriz. Bunu elimiz, kolumuz aracılığıyla yaparız. Bu, zihinden çıkış hareketidir, ufak ufak salma halidir. Düdüklü tencereler bana, bu hali hatırlatıyor. Geçen gün teyzem, düdüklü tencerenin içindeki havayı ufak ufak salmıştı. Ve tencere patlamadı. Eğer, bu basıncı kontrol etmeyi bilmezsek patlar. Bu açıdan düdüklü tencereye benziyoruz. Kendimizde pek çok şey oluşuyor ve birbiri ardına ekleniyor. Çünkü yaşam her an ilerliyor. Hayallerimiz, planlarımız, neşemiz, korkularımız, tanık olduklarımız, yaptıklarımız, yapmadıklarımız, yapamadıklarımız, acılarımız, hayal kırıklıklarımız, umutlarımız, sevdiklerimiz, kayıplarımız, kahkahamız… Bunlar, her an üst üste eklenmeye devam ediyor. Bunlar içeride basınç oluşturuyor. Yazmak, bunları ufak ufak salmamıza yardım ediyor ve patlamadan, yumuşak bir şekilde devam edebilmemize olanak tanıyor. ‘Hayat ve ben’ arasındaki devinimde yazmak, bir araç haline geliyor. Yazmanın sağaltıcı etkisi.
Bir başka açıdan ise, ‘ben ve ben’ arasındaki devinimde yazmak! Yazmak, kendimizle bağlantı kurmamıza olanak tanıyor. Neler hissediyorum, neler düşünüyorum, neler istiyorum, neyden şikayet ediyorum, neye ihtiyacım var, neyi varsayıyorum ve aslında ne oluyor, kimlerden söz ediyorum, hangi planları yapıyorum, neleri istemiyorum, kimleri (insan, hayvan..) seviyorum, nereleri seviyorum, hangi konuda zorlanıyorum, neleri komik buluyorum… Yazdığımızda bunları yazıyoruz aslında. Devamlı yazdığımızda kendimizin bir haritasını çıkarmış oluyoruz. Dolayısıyla yazarak ‘beni gören bir ben’ ortaya çıkartmış oluyoruz. Bu çok değerli. Özellikle iki açıdan çok değerli, birincisi kendimize kuş bakışı bakmamızı sağlıyor yani bütünümüzü görmemizi sağlıyor. İkincisi, bu kuş bakışı deneyim kendimize tarafsız ve yargısız bakabilme becerimizi geliştiriyor. Ki ben buna ‘insanın kendisi ile arkadaş olması’ adını veriyorum. Bunların ikisi de yani, kuş bakışı ve kendimizle arkadaşlık, çok değerli ve gerekli. Pek çok zorluk ve açığa çıkan öfke; insanın kendisinde bütüne bakamaması, kapılıp gitmesi ve kendisine uygun olmayan bir yerde kendisini bulmasından kaynaklanıyor.
Kendimizle arkadaş olmamıza ihtiyacımız var, çünkü bu haritaya hiç kimse kendimiz gibi tanıklık edemez-kişisel hafıza ve deneyimler-. Hiç kimse, kendimizin içine sinenini tam olarak bulamaz. Dostluklar ve arkadaşlıklar, eğitmenler, kitaplar, eğitimler vs hepsi çok değerlidir. Yine de hangi lafı söyleyeceğimi, hangi hamleyi yapacağımı, neyi seçeceğimi ve neyden vazgeçeceğimi kendimiz için seçilebilecek bir ‘ben arkadaşlığı’na ihtiyacımız var. Az kişi, destek isteyen karşısındaki kişiye ‘neye ihtiyacın var da bu seçenekleri seçeceksin’ diye soruyor ve onun koşullarına göre destek oluyor. Kendi hayallerine, korkularına, planlarına, arzularına göre yönlendirmelerin (arkadaş, aile, öğretmen, eş-dost.. ) olduğu bir zamanın içindeyiz hala. Özellikle de, kendi merkezimizde kendimizi tutabilmemiz için önemli ben arkadaşlığı. Ve bir de, hayatın içindeki yakıcı veya uyuşturucu yaralar aldığımızda önemli kendimizle arkadaşlığımız. Birilerinden elbette destek alabiliriz: annemiz, babamız, arkadaşlarımız, terapist, kardeş, sevgili, eş, kitaplar… Hiç kimsey ulaşamadığımız bir saatte, yerde, mekanda, halde kendimizle kalmanız gerekir. Olur bu hepimize. Kendimizle kalmakta nasılsak oradan öyle çıkarız. Gecenin bir yarısı yaşadığım kayıp için üzüntü duyarken, adaletsizlik canımı yakarken, hayatımda olmayan birini özlerken, canım sıkılırken…
Kendimizle dostluğumuz, kendimize şefkatimizdir, kendimize özenimizdir. Kendimize özen göstererek, haritamıza eklemeler ve çıkarmalar yapabiliriz. Devamlı yazdığımızda eklemeler ve çıkarmalar için ihtiyaçlarımızı zaten fark edebiliriz. Devamlı yazarak, kaynaklarımızı fark edebiliriz. Kendimize sorular sorabiliriz, yanıtlar arayabiliriz. Zaman içinde yaşantımızdaki örüntüleri fark edebiliriz. İhtiyaçlarımız, değişimlerimiz için bilinçli eylemlerimizi seçebiliriz.
Kendimize özgün deneyimi keşfetmek için düzenli olarak yazmamız gerekir. Peki, nasıl yazacağız?
Her sabah -uyandıktan sonra ilk, öncelikli eylem olarak-, 3 sayfa, aklımızdan ne geçiyorsa onu. Kalem ile kağıda.
Sabah sayfaları, Julia Cameron'un yazma pratiği olarak önerdiği yöntem. Sabah sayfaları yazarken, yazar olmak gibi bir derdimiz yok. Yazmayı kendimize araç ediniyoruz.
Ve eklemek isterim, insan kendisine şefkati kadar bir başkasına şefkat, kendisine özeni kadar bir başkasına özen gösterebiliyor. Şefkatin ve özenin katmanları var. Bu katmanlarda dolaşmak, insan olmakta yaşanabilecek tarifi olmayan hisler içeriyor.
Son olarak yaşantımızdakilerin basıncını patlamaya dönüştürmemek; şefkatle sağaltarak, içimizden geçirerek dönüştürmek kendimiz için yapabileceğimiz en harika şey. Ve bu aynı zamanda, bu dünya için yapabileceğimiz en harika şey.
Sevgiyle ve özenle,

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder