16 Eylül 2024 Pazartesi

Yürümek ve Yaşamak

 



Uzmanlaşmamızın, bilgi edinmemizin değer görmemizle eşleştiği şu zamanda; masa başına, iş başına, bazı yerlere çakıldık. Ve hepsinin bir karşılığı oldu yaşantılarımızda, zamanımızda. Kaybettiğimiz her şeyi değil ama bazı şeyleri geri çağırabiliriz. Bütünü hissetmeyi çağırabiliriz, yürüyerek. 

İki yılı aşkın bir süredir devamlı olarak yürüyorum. Daha önceleri bir zamanda da rutin, devamlı olarak yürüdüğüm bir dönem olmuştu. Ancak o zaman, şimdiki kadar anlam verebilecek ve sürdürebilecek düzeyde değilmişim. Yürüdükçe fark ettiğim ve keşfettiğim şeyler, beni şaşırttı ve hemen biraz bilgi edineyim diye kitaplara sarılacak oldum. Ve aynı hızda vazgeçtim. Elbette yürümenin çeşitli anlamları olabilir. Ben, kendimde ne bulacağım, bunu sadece deneyimimle görmek istemiştim. Yaşantımda sabırla denediğim ve beklediğim şeylerden biri oldu, yürümek. 

Uzun uzun düşünme fırsatı buldum yürümek üstüne. Yürürken ve yürümezken. Ama en önemlisi, çok çok çok bilginin varlığı içinde ve ömrümün hepsini okumaya yetmeyecek olduğunu bildiğim şu zamanda, kendi deneyimime bakmak en sevdiğim düşüncem oldu. Bu düşüncem aynı zamanda, insanı denemekten alı koyan zamana-sistemlere, kendi içimdeki bir yanımın diğer yanıma devrim niteliğindeki eylemiydi. 

Yoğurtçu Park'ı evimin yakınlardaki parklardan biri. Genellikle oraya doğru yapıyorum yürüyüşlerimi. Sanki apartmanın kapısı bu parka açılıyor. Genellikle bir şey dinlemiyorum, adım attığımı fark etmek, etrafımda olan bitene tanıklık etmek istiyorum. Zihnimin, bedenimin aynı hizada bulunduğu bir eylemin içinde olarak yürümek istiyorum. Yürüyüşlerim sırasında inanılmaz şeylere tanık oldum. Birini bekleyen kişinin beklediği kişi geldiğinde nasıl coşkuya dönüştüğüne, tasması açıkmış bir köpeğin çimlerin üstünde keyifle oynadığına, sarılmalara, gözyaşlarına, kuşların su çukurlarında yıkanmalarına, kedilerle kuşların oyunlarına, insanların kahkalarına, mevsimlerin geçişlerinin ağaçları nasıl dönüştürdüğüne, rüzgarda uçuşan yaprakların bırakmışlığına, şehrin kokusuna, kedilerin sırnaşıklığına, çocukların paytaklıklarına, gökyüzünün çeşitli mavilerine ve siyahlarına..

Bir süre yürüdükçe, bir hal geldi bana, pek kendimde alışkın olmadığım bir haldi bu. Ne oluyor acaba benim sistemde dedim, kendi kendime.. 

Pandemi döneminde, Yoğun Somatik Farkındalık ve Hareket eğitimi almıştım. Oradan bazı şeyler aklıma geldi. 'Bedenimizle yaşarız.' lafı beni çarpan laflardan biriydi. Yaşantımızdaki her şeyden bedenle geçiyoruz da, bedenimizden haberimiz var mı? Her şeyi kafasının içinde yaşayabileceğine inanmış-inandırılmış komik canlılarız. 

Bir yere varmak, yetişmek zorunda olmadan yürümenin verdiği hal... Bu ancak yaşanarak kendi öznelliğinde deneyimlenebilir. Duygular diyemiyorum, birkaç duygudan daha öte bir şey olduğunu deneyimliyorum. Yaşantılarımızda ve zamanımızda, yetişme çabası ve koşturma koşulları altındayken ve zihnimiz ile bedeniminizin aynı yerde olmasının önünde pek çok engel varken yürümeyi başkaldırı sayıyorum. 

Yürürken, zamanın ve doğanın bir parçası olduğumu hissediyorum. Bu bütünü hissetmemi sağlıyor ve yaşantımın kısımlarından öte bütünlüğün içinde varlığımı sürdürdüğümü hatırlamamı sağlıyor. Kendimle ve etraf ile telaşesiz bağlantı kurmanın, bakmanın, keşfetmenin alanı oluyor yürümek. 

Bir adım bir adım bir adım ata ata ilerliyor insan yürürken. Böylece yer değişiyor, zaman değişiyor, insanın kendisinde bile değişenler olabiliyor. Yaşantımda belirsizlikler olduğunda ya da bazı gelişmelerin  nereye götüreceği bilinmezken, bir adım da atma cesaretini kendimde bulmamı sağlayanların içinde yürümek, pırıl pırıl bana göz kırpıyor. 

Hem adım attıkça ağırlık merkezimizi değiştirip duruyoruz. Salınma, sallanma, bırakmaya iyi gelir. Ne çok şey birikiyor üstümüzde gün içinde, gün be gün yürüye yürüye dökeriz, dönüştürürüz. Oturduğumuz yerde, sosyal medya sayesinde kısa süre içinde aldığımız onlarca farklı haberlerin duygularını salına salına kendimizden geçirebiliriz. Ağır duygulara sebep olan olaylar dönüyor üstümüzde ne zamandır. Hareket ederek, kendimize yardım edebiliriz. 

Bazen bir şeyi görevlendirmek ve isimlendirmek, yapmayı kolaylaştırıyor. Denemek isteyenlere bir pratik: 

Keri Smith, Nasıl Dünya Kaşifi Olunur- Taşınabilir Sanat Hayat Müzesi kitabında önerdiği bir pratik var: Amaçsızca Dolaşma. Yanına birkaç şey (kitap, meyve, para) al ve evden çık. Eğer sola dönmen gerektiğini düşünüyorsan, sağa dön diyor. İçinizden bir ses yürümeye, amaçsızca dolaşmaya 'saçma', 'ne gerek var', 'amaan' yorumunu yaparsa, şu an bir görevim var diye ona yanıt verebilir başka bir yanınız. Alışkanlıklarımız inatçıdır ve ekleme-çıkarma yapmak bilinçli eylem gerektirir. Şakacı bir tavır da eğlenceli hale getirir. 

Amaçsızca Dolaşmak, eğlenceli bulduğum bir yürüme. İnsan, kendisiyle oyun oynama halini buluyor. 

Şuna yer vermezsem olmaz. Erling Kagge'cim hislerime tercüman olan bir şey demiş: 
'Ne kadar çok yürürsem bedenim, zihnim ve çevrem arasındaki ayrımı o kadar az hissediyorum. Dış dünya ve iç dünya birbirine bağlanıyor. Doğayı izleyen bir gözlemci olmuyorum artık, tüm bedenimle doğaya dahil oluyorum.'

Bedenimizi fark edersek, bedenimizle bağlantımızı beslersek ve yaşantımızın tümü için desteğe çağırırsak, bilgeliğini gösterecektir. Yürümek, çağırmalardan biridir. 

Sevgi ve yürüme ile, 



8 Eylül 2024 Pazar

Yazmak ve Yaşamak

 







2022 Mayıs ayında sabah sayfaları yazmaya başladım. Bugün, 29 aydır sabah sayfaları yazıyorum anlamına geliyor. 126 Hafta, 882 gün civarı yapıyor. Sayılar elbette güzel şeyler. Sayı olmayan şeylere geçmek istiyorum. 


Yazmak, içeridekinin dışarı aktarıldığı bir eylem. Zihnimizin içindeki çok boyutlu alanda birbirine geçmiş, ucu başı belli olan ve belli olmayan şeyleri, üç boyutlu bir alana dökmemizi sağlar. Zihnimizin içindekilerini ard arda kelimeler aracılığıyla dizeriz. Bunu elimiz, kolumuz aracılığıyla yaparız. Bu, zihinden çıkış hareketidir, ufak ufak salma halidir. Düdüklü tencereler bana, bu hali hatırlatıyor. Geçen gün teyzem, düdüklü tencerenin içindeki havayı ufak ufak salmıştı. Ve tencere patlamadı. Eğer, bu basıncı kontrol etmeyi bilmezsek patlar. Bu açıdan düdüklü tencereye benziyoruz. Kendimizde pek çok şey oluşuyor ve birbiri ardına ekleniyor. Çünkü yaşam her an ilerliyor. Hayallerimiz, planlarımız, neşemiz, korkularımız, tanık olduklarımız, yaptıklarımız, yapmadıklarımız, yapamadıklarımız, acılarımız, hayal kırıklıklarımız, umutlarımız, sevdiklerimiz, kayıplarımız, kahkahamız… Bunlar, her an üst üste eklenmeye devam ediyor. Bunlar içeride basınç oluşturuyor. Yazmak, bunları ufak ufak salmamıza yardım ediyor ve patlamadan, yumuşak bir şekilde devam edebilmemize olanak tanıyor. ‘Hayat ve ben’ arasındaki devinimde yazmak, bir araç haline geliyor. Yazmanın sağaltıcı etkisi. 


Bir başka açıdan ise, ‘ben ve ben’ arasındaki devinimde yazmak! Yazmak, kendimizle bağlantı kurmamıza olanak tanıyor. Neler hissediyorum, neler düşünüyorum, neler istiyorum, neyden şikayet ediyorum, neye ihtiyacım var, neyi varsayıyorum ve aslında ne oluyor, kimlerden söz ediyorum, hangi planları yapıyorum, neleri istemiyorum, kimleri (insan, hayvan..) seviyorum, nereleri seviyorum, hangi konuda zorlanıyorum, neleri komik buluyorum… Yazdığımızda bunları yazıyoruz aslında. Devamlı yazdığımızda kendimizin bir haritasını çıkarmış oluyoruz. Dolayısıyla yazarak ‘beni gören bir ben’ ortaya çıkartmış oluyoruz. Bu çok değerli. Özellikle iki açıdan çok değerli, birincisi kendimize kuş bakışı bakmamızı sağlıyor yani bütünümüzü görmemizi sağlıyor. İkincisi, bu kuş bakışı deneyim kendimize tarafsız ve yargısız bakabilme becerimizi geliştiriyor. Ki ben buna ‘insanın kendisi ile arkadaş olması’ adını veriyorum. Bunların ikisi de yani, kuş bakışı ve kendimizle arkadaşlık, çok değerli ve gerekli. Pek çok zorluk ve açığa çıkan öfke; insanın kendisinde bütüne bakamaması, kapılıp gitmesi ve kendisine uygun olmayan bir yerde kendisini bulmasından kaynaklanıyor. 


Kendimizle arkadaş olmamıza ihtiyacımız var,  çünkü bu haritaya hiç kimse kendimiz gibi tanıklık edemez-kişisel hafıza ve deneyimler-.  Hiç kimse, kendimizin içine sinenini tam olarak bulamaz. Dostluklar ve arkadaşlıklar, eğitmenler, kitaplar, eğitimler vs hepsi çok değerlidir. Yine de hangi lafı söyleyeceğimi, hangi hamleyi yapacağımı, neyi seçeceğimi ve neyden vazgeçeceğimi kendimiz için seçilebilecek bir ‘ben arkadaşlığı’na ihtiyacımız var. Az kişi, destek isteyen karşısındaki kişiye ‘neye ihtiyacın var da bu seçenekleri seçeceksin’ diye soruyor ve onun koşullarına göre destek oluyor. Kendi hayallerine, korkularına, planlarına, arzularına göre yönlendirmelerin (arkadaş, aile, öğretmen, eş-dost.. ) olduğu bir zamanın içindeyiz hala. Özellikle de, kendi merkezimizde kendimizi tutabilmemiz için önemli ben arkadaşlığı. Ve bir de, hayatın içindeki yakıcı veya uyuşturucu yaralar aldığımızda önemli kendimizle arkadaşlığımız. Birilerinden elbette destek alabiliriz: annemiz, babamız, arkadaşlarımız, terapist, kardeş, sevgili, eş, kitaplar… Hiç kimsey ulaşamadığımız bir saatte, yerde, mekanda, halde kendimizle kalmanız gerekir. Olur bu hepimize.  Kendimizle kalmakta nasılsak oradan öyle çıkarız. Gecenin bir yarısı yaşadığım kayıp için üzüntü duyarken, adaletsizlik canımı yakarken, hayatımda olmayan birini özlerken, canım sıkılırken… 


Kendimizle dostluğumuz, kendimize şefkatimizdir, kendimize özenimizdir. Kendimize özen göstererek, haritamıza eklemeler ve çıkarmalar yapabiliriz. Devamlı yazdığımızda eklemeler ve çıkarmalar için ihtiyaçlarımızı zaten fark edebiliriz. Devamlı yazarak, kaynaklarımızı fark edebiliriz. Kendimize sorular sorabiliriz, yanıtlar arayabiliriz. Zaman içinde yaşantımızdaki örüntüleri fark edebiliriz. İhtiyaçlarımız, değişimlerimiz için bilinçli eylemlerimizi seçebiliriz. 


Kendimize özgün deneyimi keşfetmek için düzenli olarak yazmamız gerekir. Peki, nasıl yazacağız? 


Her sabah -uyandıktan sonra ilk, öncelikli eylem olarak-, 3 sayfa, aklımızdan ne geçiyorsa onu. Kalem ile kağıda. 


Sabah sayfaları, Julia Cameron'un yazma pratiği olarak önerdiği yöntem. Sabah sayfaları yazarken, yazar olmak gibi bir derdimiz yok. Yazmayı kendimize araç ediniyoruz. 


Ve eklemek isterim, insan kendisine şefkati kadar bir başkasına şefkat, kendisine özeni kadar bir başkasına özen gösterebiliyor. Şefkatin ve özenin katmanları var. Bu katmanlarda dolaşmak, insan olmakta yaşanabilecek tarifi olmayan hisler içeriyor. 


Son olarak yaşantımızdakilerin basıncını patlamaya dönüştürmemek; şefkatle sağaltarak, içimizden geçirerek dönüştürmek kendimiz için yapabileceğimiz en harika şey. Ve bu aynı zamanda, bu dünya için yapabileceğimiz en harika şey. 


Sevgiyle ve özenle, 



nefes ve öteki şeyler

  geçiş dönemlerinde, eylemin büyük önemi var. sadece aklımızla değil, bedenimizle de bu geçiş dönemine girmemiz, kendimize hayatı kolaylaşt...