geçiş dönemlerinde, eylemin büyük önemi var. sadece aklımızla değil, bedenimizle de bu geçiş dönemine girmemiz, kendimize hayatı kolaylaştırmak demek. işte tam bu yeni fikrimle ve oluşumla birlikte, ‘kışa hazırlık’ için köye salça yapmaya gittim. daha önce hayatı bedenimle algılama halim böyle derin ve bağlantılı değildi.
sekiz kasa domates ve otuz kilo kırmızı biber doğradık, kaynattık. sanırım yüz kadar kavanoz yıkadık ve iki kez de salça kaynattığımız kazanı, annemle. evet, ona kazan demek daha iyi.
domates doğrarken büyük halam ve komşu yenge yardıma geldi. köyde hep böyle olur, biri bir hazırlık yaparsa ötekiler yardıma gelir. ben bunu doğduğumdan beri yaşıyorum. oysa geçen aylarda, salt beyoğlu’ndaki bir söyleşide köy yaşamında kadınların hasat ve tohum toplama için bilgeliklerini ve dayanışmasını süslü ve şaşıran kelimelerle açıklıyorlardı. arkadaşıma dönüp şöyle dedim: bunu yeni bulmuş gibi anlatmaları çok tuhaf. köydeki kadınlar, böyle yapar zaten.
bazı şeyler şehirlerde yeni biliniyor, adı konuluyor. yıllardır olan süslenip allanıp pullanıyor.. domatesleri doğrarken bunları düşündüm bir de işte. sonra kırmızı biberlerde konuyu toparladım: bu yeni başlamadı ki.. bu köylünün aşağıda-değersiz görülmesi ile ilgili, okula başladığım yaşımdan beri bunun etkilerini görüyorum ama şimdi daha iyi anlıyorum.. içi su dolu, büyük turuncu leğenin içinde doğranmak üzere bekleyen kırmızı biberlere baktım, sonra büyük halama, sonra komşu yengeye. usul usul sakin sakin doğruyorlardı. köylülük, şehirlilik, bilgi, bilgelik, kavramlar, deneyimler olarak çevçelendirebileceğim kendimle hoş sohbetimi sakince ve gönül rahatlığıyla tamamladım. ve annem, ateşi yakmıştı.
planladığımız gibi bir kışa hazırlık mı? hayır.
on gün kadar önce, köydeki evin bahçesinde bir köpek ve dört yavrusu... kısa boylu, hareketli, neşeli diyebileceğim şu tiplerden. yavrular daha gözleri açılmamış, yavrudan da yavru. bir gün, anne köpek ve bir yavru ortadan kayboluyor -birinin alıp gittiğini düşünmüşler-. 3 yavru akşama kadar tek başına kalınca da bizimkiler, bakalım bu yavrulara demişler ve bebek köpek süt tozu, biberonla beslemeye başlamışlar. o kadar küçükler ki, serçe tırnağımın yarısı kadar burunları var. meme emmeyi bilmiyorlar ve bir avuca sığabiliyorlar.
kışa hazırlık yaparken, onları besledik, sevdik ve birini kaybettik. veteriner yaşama ihtimallerinin azlığından bahsetmişti zaten.
kışa hazırlanırken yaşam ve ölüm arasındaki çizgi, sürekli gözümün önündeydi işte.
ertesi gün, birinin daha hareketleri yavaşlamaya ve vücut ısısı düşmeye başladı. veterinere yeniden götürdük. benzer şeyleri duyduk. eve geldikten sonra, avcuma, kendisi kadar su şişesine ılık su koydum. karnına masaj yaptım, epey süre, arada bir kasılılıyordu ve ses çıkarıyordu. kalp atışı çok yavaşlamıştı. sonra tüyleri hareket etmedi, kalbi durdu.. o sırada hem gözlerim doldu, hem midem bulandı.. ölüm bazen midemi çok bulandırıyor benim. incecik kaburgası vardı, kalp masajı yaptım, bekledim, bir daha yaptım.. bekledim. nefesi geri geldi. hayatımda ilk kez bir canlıya kalp masajı yapmıştım. kaburgası incecikti.
oturduğum yere güneş vurdu. sırtıma geliyordu, epey sıcaklamıştım. yer değiştirdim. güneş, onun yüzüne gelsin istedim. burnuna, yüzüne, patilerine vurdu güneş. yüzünü kırıştırdı. öylece onu güneşte tuttum. ve ona hayatta olmayı anlatırken buldum kendimi: güneşte yatmak çok güzel, ısınırsın ve gevşersin. sokaklarda dolaşmak muhteşem ve bazen çok ilgi çekici şeyler oluyor, bazı şeylerin peşinden koşabilirsin ve koşmak da çok keyifli. bir ay sonra yine gelirim, seni yıkamak için ve burnuna da hindistan cevizi yağı sürerim. güzel kokuyor. seviliyorsun, seni sevdik, bu çok keyifli.. burası böyle bir yer, burada yaşanabilecek şeyler var ve güzel yemekler.. seversin.. oynarız birlikte.. burası dünya, gözlerin bile tam açılmamışken ne hissedebildin, yaşayabildin ki.. çok küçüksün ve çok güzelsin.. çaba gösterdiğine eminim.
tüm siyah tüylerin arasında göğsünde beyaz bir tutam vardı. nefesinin derin, az, çok oluşunu oradaki tüylerin hareketinden daha iyi anlıyordum. iki saat boyunca nefesini izledim. nefesi gittiği an öylece bir bedendi. hareketsiz. tuhaf. gerçekten bu dünyada ‘sahip olmak’ halindeki en temel şey: nefes. bunun ne denli değerli olduğunu gördüm ve avuçlarımda tuttum.
içinde nefes olmayan bir beden, beni, anlayamadığım bir yere götürüyor ve hala bazen midemi bulandırıyor. öte yandan, farkında olarak bakabildiğim zamanlarda insanlar, hayvanlar, bitkiler ise içimdeki müthiş bir şeyi uyandırıyor. bunu en çok parkta geçirdiğim sürelerde deneyimliyorum, yürüyüşlerim sırasında. orada canlılığı görüyorum ve bu, içimde sevgi ve neşe oluşturuyor sanki. tarifini yapamıyorum. bunun kelimelerle aktarılacak bir şey olduğunu sanmam.
avucumun içindeki bir tutam beyaz tüyleri izleyip durdum, yaşam ve ölüm gözümün önünde duruyordu. parktaki köpekler aklıma geldi, büyüyüp koşan köpekler.. önce nefes, sonra öteki şeyler. bu hepimiz için geçerli.
kışa hazırım. önce nefes, sonra öteki şeyler. burası dünya, yaşanacak eğlenceli şeyler var. güneşte ısınmak güzel, lezzetli yemekler var. sevilmek güzel, sevmek güzel. kış için salçamız da var tabi.
