29 Ağustos 2024 Perşembe

Hayat>Yaşantımız > İş Yaşantımız



İş yaşantımız öyle çok yer kaplıyor ki, iş yaşantımızdan da büyük bir yaşantımızın varlığını unuttuğumuz çok oluyor. 

Neler yapıyorsun sorusuna iş-uzmanlık üzerinden yanıt vermek, nasılsın sorusuna iş yaşantımızdaki motivasyonları-hayal kırıklıklarını anlatmak, sabah kalktığımızda iş düşünmek, gece yatarken iş düşünmek, sevgi alabileceğimiz -paylaşabileceğimiz bağlar yerine işle ilgili şeyleri tercih etmek (fazla mesai vb). Bunların dozu ve yoğunluğu nasılsa, sizin için hangisi daha ön plana çıkıyor, görebilirsiniz. 

İş yaşantımızı kötülemek gibi bir niyetim yok. Üretmek, paylaşmak, hizmet sağlamak, başkaları ile bağlantı kurmak kötü değildir. Ama bu süreçleri zorlayıcı ya da kolaylaştırıcı hale getiren şeyler var elbette: o iş ortamının nasıl olduğu (yönetimsel yaklaşım), oradaki insanların yaklaşımı (kültür olarak sürdürdükleri, bireysel olarak getirdikleri), bireyin süreci algılaması. Bunlar, tüm yorumları değiştirebilir. Esas olarak paylaşmak istediğim başka, oraya geçmek istiyorum. 

Haftanın ortalama 5 günü (kimilerimiz daha fazla), her günün en az 8 saati odağımızda olan konu: işimiz. Yaşantımızın bu kadar içindeyken oradan ötesi de olduğumuzu fark etmek pek kolay değil. Ama bazı durumlar var ki, bu akışı net bir şekilde kesip koparıyor. Bırak iş yaşantısının anlamını, insan kendi yaşantısının anlamını kaybediyor. 

5 günden ve günlük 8 saatten fazla çalıştığım zamanlarda, 'Bu işte bir terslik var ama neyi, nasıl değiştireyim?', 'Bu şekilde çalışma insanlık onurunu zedeleyici!' gibi laflarım arasında çalışıp gidiyordum. Bir sıkışmışlık içimde, ara ara büyüyor ara ara küçülüyor. Durumumu değiştiremiyordum ama kalamıyordum da, gitmek için bir yer de yoktu. Evi süpürürken, bulaşık yıkarken, arkadaşlarımla muhabbet ederken filan bu laflar geçiyordu..

5 günün ve 8 saatin içinde bir yerde, telefon geldi. Elbette bir şeyler yetiştiriyordum. Dedemi kaybettiğimizi öğrendim. Daaannn. Akış kesildi. Aklım var mı, kafam çalışıyor mu, gerçek ne, rüya mı... 

Benim yaşantımda alıştığım ve yıllardır sürdürdüğüm akış kesildi. Aylin Balboa çok güzel demiş: Her şeyi doğru planlarsak yollar bizi tam istediğimiz yere çıkarır sanıyoruz. Sonra hiç beklenmeyen bir anda bir olay küüt diye gelip hayatının ortasına tosluyor. Bütün planlar dağılıyor. Oluyor yani bunlar. Kimse kendini bir şey sanmasın. Bizden büyük hayat var Osman.

Çok güzel demiş, Aylin Balboa eli büyütüyor tabi. Yaşantımızın içinde iş yaşantımız var, bir yaşantımızdan da büyük, hayat var. Benden öte yaşantıların içine dahil olduğu, yaşantılarımızın birbirini etkilediği hayat.

Benim akış kesilince, önceden kendime sorup makul ve mantıklı yanıtlar verdiğimde rahatlayan yanıma bu makulluk fayda etmiyordu. Acı, çaresizlik, aklımın işe yaramaması içinde kalmıştım. Ölüm ne kadar da yaşanır şeydi, her şeyi kendime sayfa sayfa açıklıyordum ama içimdekileri geçiremiyordum. İnsan kendinde daha önce karşılaşmadığı bir yanıyla karşılaşınca vallahi feleği şaşıyor. Vay ben, bu kendimle, şimdi ne yapayım.. 

Cılız bir ses tonu ile ara ara kendime sorup bıraktığım bulaşık yıkarken, evi süpürken gelen sorular büyümüştü. 'Hayatın anlamı ne, yaşantımızın anlamı ne?' sorusuna dönüşmüştü.  Artık sanki yatak odamın kapısında sürekli dikiliyordu. Sorup bırakabileceğim bir mesafe kalmamıştı, burun burunaydık. 

İlkokuldayken okuduğum, Tolstoy'un 'İnsan neyle yaşar?' kitabı aklıma gelmişti, onu okudum. Sonra Victor E.  Frankl'in 'İnsan'ın Anlam Arayışı', Rebecca Solnit 'in 'Kaybolma Kılavuzu', Çetin Balanuye'nin 'Spinoza'nın Sevinci Nereden Geliyor?', Wolf Erlburch- Ördek, Ölüm ve Lale, Thich Nhat Hanh-Korku, Charlie Mackesy-Çocuk, Köstebek, Tilki ve At... Sayması mümkün değil küçük yazılar, Gabor Mate videoları, çeşitli podcastler filan fişman. Yazdım, yürüdüm, koştum, meditasyon yaptım ve başka bir sürü şeyler. Ve tabi bu sıralarda, hayattaki her şey kendi hızında ve yönünde dönüyordu. Ben hariç.  

Sorumun cevabının sevgi, şefkat, özen olduğunu buldum. Yaşantımızın amacı sevgiyi, şefkati, özeni yaşamak ve paylaşmak. Bir süre saçmalık gibi göründü. Çok basit gelmişti. Sonra saçmalık olmadığını kendime itiraf ettim, o kadar basite ihtiyacımız vardı ama onu yapamayan çoktuk. Sevgi, şefkat görmeyen hiçbir canlı yaşantıda kalamıyor ya da kaldığı hali pek de yaşamak sayılamıyor -sağlıksız, iyi değil-. Aylin Balboa'dan bir alıntı aklıma geliyor yine: 'Aşktan sevgiden geçtim. İnsanız, şefkate ihtiyacımız var Osman.'

Ertesi yıl başka bir aile büyüğümüzü kaybettiğimizde kendimin başka bir insana dönüşmüş olduğumu gördüm. Ertesi yıllarda başka kişisel ve toplumsal kayıplarda da gördüm kendimi.. 

Yıllarımı yayıldı. Yeni bir akış bulmuştum kendime: Hepimizin canlı ve diri olduğu günlerin hatrına yakışır yaşamak, sevgiyi ve özeni paylaşmak. Hayatın büyüklüğünü ve belirsizliğini kabul etmek, hayatın içindeki yaşantımı görmek, yaşantımın bir parçası olan iş yaşantımı fark etmek. Ve bunların büyüklüklerini, konumlarını birbirine karıştırmamak. 

Eğer ara ara evi süpürürken, bulaşık yıkarken doğan soruları ertelemeseydim, küçük sıkışmalarıma yanıtlar verebilseydim akışı başka bir zamanda belki çevirebilirdim. Bilemiyorum. Şimdi ise, bir daha hiç gitmeyeceğim bir yolu orada bıraktığıma eminim. Her şey ben ona yanıt verebildiğim kadar oldu işte. 

Tüm bunları, insanlığın bir parçası olduğu için yazdım. Hikayelerimizde ortalıklar var: sıkışmalarda, acıda, çaresizlikte, kayıpta, arayışta. Bu hikayeler birbirimize el veriyor, ben o elleri çok aradım, buldum da. Hikayelerde, geçmişte, bağlarda.. Arayan biri varsa el uzatmış olayım diye yazdım. Yoksa, ben zaten çok yandım, yanmak ne demek yaşadım geliyorum. 

Son olarak, bir çerçeve çizmek isterim. İş yaşantımız, bizim rollerimizden birini yaşatmamızı sağlar. Örneğin a uzmanı. Kişi, A uzmanı olmanın yanında yaşantısında başka rollere sahiptir. Örneğin abla, kardeş, anne, sevgili, B meraklısı, sporcu, baba, kediye bakım veren, teyze, kişinin kişisel tarihini de içinde barındıran tüm roller... Tüm bunlar, birbiri ile ilişki içindedir zaten. Birbirinden etkilenir. Son olarak hayat. Olduğumuz, olmadığımız, henüz olmadığımız tüm rolleri de içinde bulundurur. 

Kendimizin iş yaşantımızdan ibaret olmadığını hatırlayabiliriz. Yaşantımızdaki diğer kısımların hatırlarını görebiliriz. Yaşantımızdaki bazılarını bırakabiliriz. Hayattaki var olan tüm roller içinden bazılarını, bize pırıldayanları tutup kendimize çekebiliriz. 

Sevgi ve özenle,

nefes ve öteki şeyler

  geçiş dönemlerinde, eylemin büyük önemi var. sadece aklımızla değil, bedenimizle de bu geçiş dönemine girmemiz, kendimize hayatı kolaylaşt...